Tarih: 15.10.2025 16:38

Vatandaşlık tanımına Ziya Gökalp formülü

Facebook Twitter Linked-in

MHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Feti Yıldız, Anayasa'nın 66. maddesine dair kamuoyundaki tartışmalara ilişkin kapsamlı bir metin yayımladı. Yıldız, bu maddenin vatandaşlık değil, vatandaşlığa dayalı millet tanımı içerdiğini vurguladı. Açıklamasında anayasa tarihi, kavram ayrımları ve hukuki çerçeveye dair detaylı değerlendirmeler yer aldı.

"66'NCI MADDE VATANDAŞLIĞA DAYALI MİLLETİ TANIMLAYAN BİR MADDEDİR"

Feti Yıldız, "66'ncı madde sanıldığı gibi vatandaşlığı değil, vatandaşlığa dayalı milleti tanımlayan bir maddedir" ifadelerini kullandı. Bu maddeye yönelik eleştirileri, "bilgi eksikliği veya bilinçli çarpıtma" olarak nitelendirdi. Vatandaşlık ve millet kavramlarının birbirine karıştırıldığını belirten Yıldız, "söz konusu tartışmayı yapanlar vatandaşlık statüsü ve hukuku ile ulus kavramını ve tanımını birbirine karıştırmakta ve her iki kavram arasındaki bağlantıyı göz ardı etmektedirler" dedi.

"VATANDAŞLIK DEVLET İLE BİREY ARASINDAKİ HUKUKİ İLİŞKİDİR"

Yıldız, anayasal vatandaşlık tanımına gerek olmadığını ifade ederek, "vatandaşlık tanımlamayı gerektirmeyen, devlet ile birey arasındaki hukuki ilişkidir" değerlendirmesinde bulundu. Anayasaların yalnızca vatandaşlığın kazanılması ve kaybına dair hükümler içerdiğini belirtti.

"TÜRK MİLLETİ, TÜRKİYE'DEKİ AHALİDEN OLUŞMAKTADIR"

1924 Anayasası'na atıf yapan Yıldız, "Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur" hükmünü hatırlatarak, "Türk milleti ise Türkiye'deki ahaliden oluşmaktadır. Bu ahalinin din ve ırkı farklı olabilir. Milletin mensubu olmak/milletten sayılmak için vatandaşlık esastır" ifadelerini kullandı.

"GÖKALP'İN FORMÜLÜ EN GEÇERLİ FORMÜL OLARAK DEĞERLENDİRİLMEKTEDİR"

Yıldız, 1924 Anayasası hazırlanırken Meclis'te yürütülen tartışmalara da değinerek, "Ziya Gökalp'in formülü, 1924 Anayasa değişikliği TBMM görüşmelerindeki derin ve aydınlatıcı tartışmalarda da görüldüğü üzere, modern, demokratik, hukuka dayalı ve temel hak ve özgürlükleri en geniş kapsamda güvence altına alan bir devlet yapılanması için bugün dahi en geçerli ve gerçekçi formül olarak değerlendirilmektedir" dedi.

"BU İDDİALARIN TEMELİNDE BİLGİ EKSİKLİĞİ YA DA BİLGİ ÇARPITMASI YATMAKTADIR"

Yıldız, anayasanın sosyal kimlikleri inkâr ettiği yönündeki yorumlara karşı çıkarak, "Kürtlerin her şey olabildiği ancak Kürt olamadığı veya 1924'ten beri Türklük Sözleşmesi ile herkesin zorla Türk sayıldığı yönündeki iddiaların temelinde, kavram karmaşası, tarihsel bilgi eksikliği ya da bilgi çarpıtması yatmaktadır" ifadelerini kullandı.

Yıldız, anayasanın kimlikleri dışlayıcı bir niteliği olmadığını savunarak, "Devletler, etno-kültürel kimliklere veya dinsel-mezhepsel gerçekliklere ne bir varlık ya da tanınırlık bahşedebilir ne de bunları yok sayma gücüne sahiptir" dedi. Milletin, "hukuki-siyasi bir birliktelik" olduğunu belirten Yıldız, bu yapının "herkesi bu milletin eşit ve özgür birer üyesi" olarak kabul ettiğini ifade etti.

ZİYA GÖKALP KİMDİR?

Ziya Gökalp (1876-1924), Türkçülüğün fikir babası olarak bilinen, yazar, şair, sosyolog ve siyasetçidir. Diyarbakır'da doğmuş, İstanbul'da vefat etmiştir. Gökalp, Türk milliyetçiliğinin ideologlarından biri olarak Türkiye'nin çağdaşlaşması sürecine yön vermiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi olmuş, Meclis-i Mebusan ve TBMM'de milletvekilliği yapmıştır.

Gökalp'in en önemli katkısı; "Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak" ilkeleriyle, milli kültür ile evrensel medeniyet arasında denge kurulması gerektiğini savunmasıdır. Sosyoloji alanında dersler vermiş, eğitim politikalarını etkilemiş ve Türk toplumunun modernleşmesini amaçlayan fikirler üretmiştir. "Türkçülüğün Esasları" başta olmak üzere birçok önemli esere imza atmıştır.

Yıldız'ın paylaşımları şu şekilde:

1–Zaman zaman tartışılan Anayasa'nın 66. maddesindeki tanım, aslında 1924 Anayasası hazırlanırken Meclis'te tartışılmıştır.
İlgili konularda önemli incelemeleri ve tetkikatı bulunan Ziya Gökalp'in fikirleri anayasal yerini bulmuştur.
Burada milleti siyasi-hukuki bir birliktelik olarak tanımlamakta ve vatandaşlık bağıyla herkesi bu milletin eşit ve özgür birer üyesi kabul etmektedir.
Söz konusu bu tanım, Türkiye'de var olan etno-kültürel, dinsel, mezhepsel ve hatta düşünsel varoluşları ve kimlikleri reddeden veya yok sayan bir nitelik taşımamaktadır.
Zira devletler, etno-kültürel kimliklere veya dinsel-mezhepsel gerçekliklere ne bir varlık ya da tanınırlık bahşedebilir ne de bunları yok sayma gücüne sahiptir.
Başta da belirtildiği gibi, etno-kültürel kimlikler doğal, kendiliğinden ve doğuştan gelen olgular iken, milli devletlerin inşa ettiği hukuki-siyasi bir mahiyet taşır.
Kürtlerin her şey olabildiği ancak Kürt olamadığı veya 1924'ten beri Türklük Sözleşmesi ile herkesin zorla Türk sayıldığı yönündeki iddiaların temelinde, kavram karmaşası, tarihsel bilgi eksikliği ya da bilgi çarpıtması yatmaktadır.
Bu bağlamda çokça tartışılan Anayasa'nın 66. maddesi, sanılanın aksine, bir vatandaşlık tanımı yapmamaktadır.
Zira vatandaşlık, anayasal bir tanımı gerektirmeyen, devlet ile onun üyeleri arasındaki hukuki-siyasi bir bağ olup, zaten bu mahiyeti itibarıyla tanımlanmaya ihtiyaç duymayan bir olgudur.
Anayasalar, vatandaşlığın nasıl kazanılıp nasıl kaybedileceğini düzenler;
bizim anayasamız da bu konuda hükümler içermektedir.
Ancak Türk Anayasası'nda, bu düzenlemelerin yanı sıra, millet tanımının temelinde vatandaşlığın bulunduğu, yani milletin vatandaşlık eksenli olarak tanımlandığı ilk fıkrada açıkça belirtilmiştir.

Bu bağlamda Anayasa'nın 66. maddesi,doğrudan vatandaşlığı değil,vatandaşlık temelinde bir milleti tanımlamaktadır.

Bu yaklaşım,1876 Kanun-i Esasi'sinden beri süregelen bir geleneğin devamı niteliğindedir.
Zira Kanun-i Esasi'si, temel hak ve özgürlükleri vatandaşlarına tanırken, ilgili maddelere "Her Osmanlı…" hükmüyle başlamaktadır. Bu hükümle, "Osmanlı" tanımının Hanedan üyelerini değil, Osmanlı coğrafyasında vatandaşlık bağına sahip olan herkesi kapsadığı açıkça belirtilmektedir.
Bu yaklaşım, daha sonra 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarında da sürdürülmüştür.
Anayasa, "her Türk," "Türk devleti," ve "Türk vatanı" gibi ifadeleri kullanırken, bu kavramlara Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına sahip olan herkesi kapsayan bir tanım getirerek kendi içinde bu soruya cevap verir.
Söz konusu tanımlama, bir inkâr veya yok sayma olarak değerlendirilemez. Zira Anayasa, tıpkı Nakşiler, Sünniler, Aleviler ya da kısa boylular gibi sosyal ve kültürel kimliklere hukuki-siyasi bir varlık bahşetmez;
zaten birer sosyal gerçeklik olan bu kimliklerin, birer hukuki-siyasi varlık olmak gibi bir zorunluluğu da bulunmamaktadır.
Bu durum, hukukun ya da demokrasinin değil, tamamen siyasal dengelerin ve devlet oluşum süreçlerinin bir neticesidir. Dolayısıyla, Anayasa'da Kürtlerin doğrudan bir tanımının yer almaması, varlıklarının inkâr edildiği anlamına gelmemektedir.

Ziya Gökalp'in formülü, 1924 Anayasa değişikliği TBMM görüşmelerindeki derin ve aydınlatıcı tartışmalarda da görüldüğü üzere, modern, demokratik, hukuka dayalı ve temel hak ve özgürlükleri en geniş kapsamda güvence altına alan bir devlet yapılanması için bugün dahi en geçerli ve gerçekçi formül olarak değerlendirilmektedir.

O dönemin tutanaklarına başvurulduğunda, bugün tartışılan birçok sorunun o dönemde çok daha ileri ve derinlemesine ele alındığı açıkça görülmektedir.
Ayrıca, bu tartışmalar sonucunda üretilen metinler ve yapılan düzenlemeler, ciddi bir tarihsel, düşünsel, siyasal ve hukuksal birikime dayandırılmıştır.

2–Sorun Yapıdan mı Yoksa Uygulamadan mı?
Türkiye'nin kurucu kodlarında yani ne millet-devlet yapılanmasında ne de millet inşasında sorun bulunmadığı eğer bir sorun varsa, ki her devlette her toplumda belirli düzeyde sorunlar yaşanır,
bu sorunların kökeninde kurucu kodlar değil uygulama yanlışlıkları olduğuna dair iddia ve tespitimizin temelinde Türkiye'de anayasa ile tanımlanan milli kimliğin ve sınırları/yapısı anayasa ile belirlenmiş milli-devletin hem temsili demokrasi hem hukuk devleti hem de modern müreffeh bir toplum için gerekli ve yeterli olduğuna dair inancımızdır.

Bu bağlamda çok farklı ve yanlış bir zeminde tartışılan vatandaşlık meselesi, millet tanımı ve bunun kapsayıcılığı meselesine ayrıca yer vermek gerekmektedir.

Türkiye'de milli devlet modelini ve Türk milleti kavramsallaştırmasını eleştirenlerin sıklıkla atıf yaptığı düzenlemelerin başında 1982 anayasasının 66 ncımaddesi gelmektedir.
Terör sorununu çözmek için bu maddenin değiştirilmesi gerektiği hususunda görüş bildirenler var.

Söz konusu tartışmayı yapanlar veya değişiklik talebini dile getirenlerin 66 ncı maddede düzenlenen şeyin ne olduğu konusunda ciddi bir cehaletin veya bilinçli çarpıtmanın içinde oldukları görülmektedir.

Zira 66 ncı madde sanıldığı gibi vatandaşlığı değil vatandaşlığa dayalı milleti tanımlayan bir maddedir.

Kavramların karıştırıldığı, ulus-devlet ve Türk milleti formülünü savunanların sesini yükseltmediği bir ortamda yanlış ve eksik bilgilerle hüküm cümleleri kurulmaktadır.

Söz konusu tartışmayı yapanlar vatandaşlık statüsü ve hukuku ile ulus kavramını ve tanımını birbirine karıştırmakta ve her iki kavram arasındaki bağlantıyı göz ardı ettikleri gibi tarihi, hukuki ve siyasi gerçeklikleri de göz ardı etmektedirler.

Öncelikle vatandaşlık iç hukukta düzenlenen bir statü olup kimin ne zaman ve nasıl vatandaşlık kazanacağı ve nasıl kaybedeceği siyasal hak ve özgürlükler kapsamında olduğu için anayasal olarak düzenlenmeyi gerektirir.

Çünkü başta siyasi hak ve özgürlükler olmak üzere sosyo-ekonomik hak ve özgürlüklerin tamamı da öncelikle vatandaşlık statüsüne dayanmaktadır.

Hak ve özgürlüğün dayandığı şeyin de hak ve özgürlük olacağı gerçeğinden hareketle vatandaşlığın temel hak ve özgürlükler içinde siyasi hak ve özgürlükler kapsamında yer alması kaçınılmazdır.
Vatandaşlık kişinin ülke ve dolayısıyla devletle kurduğu hukuki ve siyasi ilişkinin temeli olduğundan anayasal dayanağa sahip olması gerekir.

Onun için her ülkenin anayasasında kimin, ne zaman, ne şekilde vatandaşlık kazanacağı ve nasıl kaybedeceği ana esasları ve ilkeleriyle yer alır.
Vatandaş olmak aynı zamanda milli-devletlerde milletin bir üyesi olmak anlamına da geldiği için ulus ile vatandaş arasında ilişki kaçınılmazdır.
İmparatorluklarda reaya, modern monarşilerde tebaa, modern milli devletlerde de vatandaşlık esas alınır.

İmparatorluklar veya hanedan devletleri şeklinde olmasa da tüm partimonyal iktidar yapılarında yönetici/egemen elit ile yönetilenler arasındaki ilişki en genelde açık veya zımni bir sözleşmeye dayanırken; modern milli-devletlerde bu ilişki vatandaşlık statüsüne dayanır.

3-Modern devlet tüzel kişiliği haiz olduğundan devletin yönetimi anlamına gelen egemenliğin bir süjesinin/sahibinin olması gerekir.
İşte millet olarak tanımlanan ve hukuki-siyasi bir tanımlama olan millet söz konusu egemenliğin sahibi ve kaynağıdır.

Egemenliğin sahibi ve kaynağı olan millet,eğer devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi kapsıyorsa yani millet vatandaşların toplamından oluşuyorsa o devlete cumhuriyet denilmektedir.
Onun için Fransız İhtilali sonrası cumhuriyet, vatandaşlık ve ulus kavramları eş-anlı olarak gündeme gelmişlerdir.
Bu yönüyle vatandaşlık tanımı doğrudan olmamakla birlikte dolaylı yoldan milletin tanımını belirler.
Çünkü millet tek tek vatandaşların hepsinin hukuki ve siyasi olarak üyesi olduğu kabul edilen/varsayılan siyasi ve hukuki varlıktır.
Dolayısıyla vatandaşların tanımı ulusun tanımını belirler ve etkiler.
Türkiye'de devletin hanedan ve padişahtan ayrı bir tüzel kişilik kazanması ve modern manada kurumsallaşması anayasal düzlemde Kanun-i Esasi ile başladığı için

Osmanlı Kanun-i Esasisinde "TebaaiDevleti Osmaniyenin hukuku umumiyesi" başlıklı ikinci bölümün altında yer alan 10 uncu maddede "Devleti Osmaniye tabiyetinde bulunan efradın cümlesine herhangi din ve meshepten olur ise bila istisna Osmanlı tabir olunur ve osmanlı sıfatı kanunen muayyen olan ahvale göre istihsal ve izae edilir." Hükmüne yer verilmiştir.

Dikkat edilirse henüz meşruti monarşiden modern ulus-devlete tam geçiş sağlanmadığı için Osmanlı İmparatorluğu sınırları dahilinde Osmanlı hakimiyeti altında olanlar "vatandaş" olarak değil "tebaa" olarak tanımlanmış ve söz konusu tebaaya "Osmanlı" ismi verilmiştir.

1876 tarihli Kanun-i Esasi'nin 10 uncu maddesi ile Osmanlı tebaasına bir bütün olarak Osmanlı ismi verilerek milli-devlet olmaya doğru gidilen bir süreç başlatılmıştır.
Yönetici hanedan ismine nispetle "Osmanlı" olarak tanımlanan bu milletin mensubu olmak vatandaşlığa bağlı olarak tanımlanmıştır. Cumhuriyet kurulduğunda yönetici hanedanın egemenliği de kaldırılmıştır.
Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin egemenliğine kimin sahip olduğu hususunun netleştirilmesi gerekmekteydi.
Cumhuriyetin ilk anayasası olan(çünkü 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu tipik bir anayasa değildir) 1924 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanununda devletin adı "Türkiye Devleti" olarak tanımlanırken 3 üncü maddede "Hâkimiyet bilâ kaydü şart Milletindir.", 4 üncü maddede "Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin yegâne ve hakikî mümessili olup Millet namına hakkı hâkimiyeti istimal eder." 6 ncı maddede "Meclis, teşri salâhiyetini bizzat istimal eder." 8 inci maddede "Hakkı kaza, Millet namına, usulü ve kanunu dairesinde müstakil mahakim tarafından istimal olunur." Şeklindeki düzenlemeler ile egemenliğin sahibinin millet olduğu açıkça beyan edilmiştir.

Bu şekilde modern ulus-devlet olmanın temel şartı yerine getirilirken egemenliğin sahibi olan milletin de anayasal düzeyde tanımlanması kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir.
1924 Anayasası'nda egemenliğin sahibi milletin adının "Türk Milleti" olduğu 38 inci maddede Cumhurbaşkanı yemin metninde geçmektedir.
Fakat bahse konu anayasada 1945 yılında Türkçeleştirme için yapılan düzeltmede "Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin yegâne ve hakikî mümessili olup Millet namına hakkı hâkimiyeti istimal eder." Şeklindeki 4 üncümadde "Türk milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ve millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır." Şeklinde değiştirilmiştir.

Türk anayasa hukukunda ilk defa 1924 tarihli anayasanın 88 inci maddesinde "Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur." Denilerek milletin tanımı açıkça yapılmıştır.

Bu tanımlamaya göre;
-Türkiye'de egemenliğin sahibi Türk milletidir.
-Türk milleti ise Türkiye'deki ahaliden oluşmaktadır.
-Bu ahalinin din ve ırkı farklı olabilir.
-Milletin mensubu olmak/milletten sayılmak için vatandaşlık esastır.
Anayasadaki bu düzenlemede vatandaşlığı tanımlamamaktadır.

4-Vatandaşlık tanımlamayı gerektirmeyen devlet ile birey arasındaki hukuki ilişkidir.

Bu düzenleme milleti/ulusu Türk olarak isimlendirmekte ve bunu vatandaşlık itibariyle/temelinde yapmaktadır.
Dolayısıyla hem modern ve medeni hem demokratik hukuk devletinde olduğu gibi devlet ile birey ilişkisini vatandaşlık statüsü temelinde ve vatandaşlığı esas alan milli egemenlik şeklinde tanımlamaktadır.

Nitekim bu tanımlamaya bağlı olarak Beşinci Fasıl "Türklerin Hukuku Ammesi" başlığı altında 66 ıncımaddede "Türkler kanun nazarında müsavi ve bilâistisna kanuna riayetle mükelleftirler. Her türlü zümre, sınıf, aile ve fert imtiyazları mülga ve memnudur." Denilerek Türklüğün en üst ve tek hukuki-siyasi kimlik olarak tanındığı, bu tanınırlığa dayalı olarak ulus olmanın temel şartı olan kanun önünde eşitliğin sağlandığı hükme bağlanmıştır.
Devam eden cümlede devlet ile birey arasında vatandaşlık ve milletin üyesi olma dışında herhangi bir statü ve sözleşmenin olmayacağı şeklindeki hüküm ise doğrudan temsili demokrasinin ve hukuk devletinin temel ilkesi olan vatandaşlık statüsünün tek muteber statü olarak belirlenmesine yöneliktir.

Böylece vatandaşların vatandaşlık nedeniyle üyesi olduğu ve vatandaş olarak oluşturdukları milletin dışında hiçbir hukuki-siyasi statü söz konusu olmamaktadır.
Devamında 70, 82 ve 87 inci maddelerde "Türklerin" diğer temel hak ve özgürlükleri ile siyasi ve sosyal hakları tanımlanmıştır.
1945'te yapılan Türkçeleştirme faaliyetinde 88 inci madde "Türkiye'de din ve ırk ayırd edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese <> denir."Şeklinde sadece tercüme edilmekle kalınmayarak kısmen anlam değişikliğini de içerecek şekilde değişikliğe uğramıştır.
Fakat buradaki tanımlama da yine milleti yani Türklüğü vatandaşlık temelinde tanımlama şeklindedir.

1961 Anayasasında 54 üncü maddede "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür."denilmekle 1924'deki tanımlamanın dışına çıkılmıştır.
1924 anayasası millete Türktür denilmemekte millete Türk denilir denilmektedir.
İkisi arasındaki fark birisinin ontolojik tespit diğerinin ise kavramsal tanımlama olmasıdır.
1924'deki formülasyona göre millete Türk denilir çünkü millet devletin hukuki ve siyasi olarak inşa ettiği bir gerçekliktir.
Hukuki-siyasi kişilik olarak anayasa buna isim vermekte ve buna "Türk" denilir demektedir.

1961'deki düzenleme ise Türklüğü sanki kendiliğinden var olan bir gerçeklikmiş gibi ele alarak doğrudan her vatandaşın zorunlu olarak Türk olduğunu hükme bağlamaktadır.
24 anayasası Türk denilmeyi vatandaşlık itibariyle kaydına bağlarken aslında milletin nasıl oluştuğunu ve ne şekilde tanımlayacağını hükme bağlamıştır.

1982 Anayasası 66 ncı maddede "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür." Şeklindeki düzenleme ile 61 Anayasasındaki 54 üncü maddeyi aynen korumuştur.

Fakat bu maddede de sanıldığı gibi tanımlanan vatandaşlık değildir. Nitekim vatandaşlık tanımlanmayı gerektiren bir husus olmayıp ancak vatandaşlığın nasıl kazanılacağı ve kaybedileceği anayasal düzenleme konusu olabilir.

Nasıl ki anayasa kişiliği tanımlama ihtiyacı duymayıp kişinin hak ve özgürlüklerini tanımlıyorsa aynı şekilde anayasa, devlet ile birey arasındaki hukuki-siyasi ilişki olan vatandaşlığı tanımlama ihtiyacı duymamaktadır.

Bu maddede tanımlanan husus millettir.
Yani egemenliğin sahibi olan milletin kim olduğu bu maddede vatandaşlık temelli olarak tanımlandığı için çoğu kişi bunu vatandaşlık tanımı olarak anlamaktadır.
Maddede Türklük tamamen Türk Devletine vatandaş olmakla tanımlanarak halen 1924'teki düzenlemeye önemli ölçüde uyulmaya devam edilmiştir."




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —
G-DT9JLG88B3