G-XKX1J2WR62
Erdoğan'ın adaylık konusunu 2023'teki politik ve hukuki söylemleriyle aştığını belirten İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu, "CHP bunun en büyük kurbanı oldu" diye konuştu.
İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu, baro seçiminin ardından ilk röportajını verdi.
Yenidoğan Çetesi'nden muhalefet belediyelerine kayyum atamalarına, teğmenlere soruşturmadan İmamoğlu'na siyasi yasak istenen "ahmak davası"na ve Bahçeli'nin Öcalan çağrısına kadar pek çok güncel konuda değerlendirmeler yaptı.
Söz konusu güncel sorunların ortaya çıkmasında 2017 Anayasa değişikliği ile geçilen yeni hükümet sisteminin etkilerine işaret eden Kaboğlu, "Ben buna siyasal egemenliğin gasbı diyorum. 2017 uygulamasında cumhurbaşkanı, parti genel başkanı olunca siyasal egemenliği kaybettik. Şimdi sıra toplumsal egemenlikte" dedi.
İşte Kaboğlu'nun ANKA'da yayınlanan röportajı:
GÜLDENAY SONUMUT: 2025'te gündemin ana konusu Anayasa değişikliği olacak. Sizce nasıl bir düzenleme yapılmak isteniyor? Bu yeni anayasanın tek amacı sadece Erdoğan'ı yeniden seçtirtmek mi? Yoksa daha baskıcı, daha otokrat bir anayasa mı? Sizin analiziniz nedir?
İBRAHİM KABOĞLU: Aslında soruyu isabetli sordunuz, yani yanıtı soruda gizli. Şöyle ki bu anayasal süreçteki yanılgımız genellikle televizyonlarda yapılan tartışmalarda görüldüğü gibi "Erdoğan kendini bir kez daha seçtirmek istiyormuş" algısı var. Ona indirgenen bir tartışma söz konusu. Oysa onu çok aşıyor. Adaylık konusunu zaten büyük ölçüde, 2023'te CHP'yi ve diğer partileri politik söylemleriyle hukuki söylemleri sonucu aştı. ve tabii ki CHP'de bunun en büyük kurbanı oldu. Çünkü hukuken üçüncü kez aday olamıyordu. Ona geçit verdi, siyaseten geçit verdi. ve Erdoğan bu konuda 1-0 önde değil, belki 3-0 önde. Çünkü Erdoğan parlamentoda 360'ı bir biçimde bulur, 360 el kaldırır ve yeniden aday olur. Dolayısıyla bunun için anayasa değişikliğine gerek yok.
Esas anayasa değişikliğinin yolu, CHP'nin önerdiği parlamenter rejime geçilsin, demokratik rejim önerisiydi. Şubat 2021'e kadar cevap hep "Hayır, bu iş bitti, anayasa sayfası kapandı, 2017'de kapattık bunu, artık sözde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni tahkim etme dönemidir" dediler. Ancak Şubat 2021'de "biz de sivil anayasa istiyoruz" dediler. Sonra CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu bir koz verdi başörtüsü konusunda ve orada ciddi bir atak yaptılar. Madde 24 ve 42 yani başörtüsü mutlak düzenleme, aile konusunda da arkaik düzenleme üzerine. Bu düzenlemeler komisyondan geçirilmiş, genel kurula getiriyorlardı ki deprem bu hesapları altüst etti. Meclis seçimi gündeme aldı ve seçime gidildi, o düzenlemeler kaldı. O nedenle yok 50 artı 1'miş, 40 artı 1'miş bunlar onlar için kolay şeyler. Şimdi iki düzlemde yürüyor bu şeyler.
Anayasal düzlemde 2017'de yaptıkları şey siyasal egemenliği ele geçirmekti. ve siyasal egemenliği iki kişi ele geçirdi. Kimler olduğu belli. Adlarını zikretmeme gerek yok. Birincisi sarayda oturan, ikincisi de Ferdi Tayfur'u dinleyen zat.
Siyasal egemenliği ele geçirmek ne demek? Tek örnekle yetineceğim. Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz. Bu egemenlik altıncı maddenin Son cümlesi: "Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz." Şimdi, bakan atıyor. Bakanı görevden alıyor. Ondan sonra diyor ki, af talebinde bulundu, af talebi kabul edildi. Resmi gazetede yayımlanıyor. Bu tamamen bu maddeye aykırı. Fransa'da olsa bu, Almanya'da olsa şekil bakımından anayasaya aykırı iptal edilir. Böyle bir tasarruf mümkün değil.
Ama o, "Ben devletin üstündeyim. Ben anayasanın üstündeyim. Ben kullanırım."
Şimdi dolayısıyla ben buna siyasal egemenliğin gasbı diyorum. 2017 uygulamasında cumhurbaşkanı, parti genel başkanı olunca siyasal egemenliği kaybettik. Cumhurbaşkanı bunu tepe tepe kullanıyor. Şimdi sıra toplumsal egemenlikte. Toplumsal egemenlikte yani totalitarist toplumsal egemenlik ne demek? Teğmen diyor! Teğmen kılıçla konuşur, Ama Diyanet İşleri Başkanı kılıçla Ayasofya'ya çıkıyor, buna suspus, teğmen kılıç çatıyor, o zaman kıyamet kopuyor.
GÜLDENAY SONUMUT: Oldukça karanlık bir tablo çiziyorsunuz. Bunu durdurmak mümkün mü? Nasıl durdurulur? Şu anda yani anayasayı değiştirmek için AKP ve MHP yeterli çoğunluğa sahip mi?
KABOĞLU: Şu anda yeteri çoğunluğa sahip değiller fakat bunu durdurmanın yolu aslında onların gündemine esir olmamak. Onlar Anayasa ihlali yapmalarına rağmen sözde anayasacılık yapıyorlarsa, muhalefetin geri durmaması lazım. Mesela değişmez maddeler konusunda niçin benim üzerime gelindi? Onlar böyle bir konuyu gündeme getirdi, neden siz bundan bahsediyorsunuz dendi bana. Ben de diyorum ki, ben kendi gündemimi oluşturuyorum. Ben onların dümen suyuna gidemem diyorum.
İktidar anayasa konusunda üç yönlü çalışıyor. Bir, yürürlükteki Anayasa'ya saygı göstermiyorlar. İki, sivil anayasa - darbe anayasası ikilemini kullanıyorlar. Ama sivil anayasa ve darbe anayasasının ne olduğunu ortaya koymuyorlar. Yani anayasal bilgi kirliliği yaratıyorlar. Üç, haliyle öngördükleri anayasanın demokratik olup olmayacağı konusunda ipucu vermiyorlar. Şimdi bu bakımdan demokratların, daha doğrusu demokratik cumhuriyetlerin görevi şudur, anayasal söylemi, gündemi onlara bırakmamak için, terk etmemek için, bir anayasal bilgiyi doğru kullanmak, iki anayasaya saygı konusunda talepkar olmak. Özgür Özel'e o nedenle eleştiri var. Yumuşama muhalefetin işi değil. Normalleşme muhalefetin işi değil çünkü anormalliği muhalefet yaratmadı. Muhalefet "Sayın Cumhurbaşkanı'na Anayasa'ya saygı göstermeye çağrıda bulunuyorum. Sayın Cumhurbaşkanı Anayasa andınıza riayet edin" demeli. Şimdi, muhalefetin hatası anayasal dilini düzgün kullanamamasıdır. İki, muhalefetin hatası doğru anayasal bilgiyi yaymamasıdır. ve muhalefetin üçüncü hatası ise evet ben de anayasa değişikliği istiyorum ama Meclis önünde sorumlu bir hükümetin, hesap verebilir bir hükümetin var olduğu, kurulduğu bir anayasa değişikliği istiyorum. Şimdi dolayısıyla görüldüğü gibi bir asimetrik durum var. İktidar anayasal bilgi kirliliğini artırıyor, anayasa gündemini tekelinde tutuyor, anayasayı sürekli kurşunluyor. Yetmiyormuş gibi sivil anayasa diye anayasal gündem hakimiyetini kuruyor. İşte ben de onun karşısında bir anayasal söylemi, anayasal talebi ve anayasal öneriyi geliştirmek durumundayım.
GÜLDENAY SONUMUT: Muhalefetin önce mevcut Anayasa'ya uyulması çağrısı hakkındaki görüşlerinizi zaten söylediniz. AİHM'e yüzlerce başvuru yapılıyor, AİHM Türkiye'yi suçlu bulan kararlar veriyor ve bunlar da uygulanmıyor. Yeni anayasanın bu sorunlara çözüm olması mümkün mü?
KABOĞLU: Mümkün olmadığı gibi, sıkça kullandığım dezenformasyon anayasası kavramı aslında bu anayasaya saygı göstermemeyi, anayasasızlaştırmayı, sürekli anayasa ihlalini örtbas ediyor, meşrulaştırıyor. Sanki, Türkiye'de var olan Anayasa'ya uyuluyormuş ama bu Anayasa hükümleri yeterli değilmiş de biz daha ileri bir metin hazırlarsak Türkiye anayasal düzlüğe çıkacakmış izlenimi veriliyor. İşte muhalefetin sınıfta kaldığı yer burası. Bunu sürekli teşhir etmesi gerekiyor muhalefetin. Bu açıdan dile getirdiğiniz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı pek yerinde ama Anayasa'yı sürekli ihlal eden Anayasa Mahkemesi AİHM kararını takar mı? Ne oldu? İşte 27 Ekim'de başlayan Can Atalay vakası 16 Ağustos 2024'te, yani 9 ay sonra yaklaşık, Meclis'te kan dökmekle, kadın vekilin kanını dökmekle parti yetersiz kaldı. Burada muhalefet ne yapmalı? Sürekli gündemde tutmalı. Sen önce Anayasa'ya saygı göster. Anayasa Mahkemesi'nin kararını yırtıp çöpe atamazsın. Çünkü bunlar aslında Türkiye gündeminin öncül konuları.
GÜLDENAY SONUMUT: Kayyum atamalarına tekrar geri döndük? "Yeni kayyum atanmayacak" dendi. Şu anda görüyoruz ki yine seçilmiş belediye başkanları görevden alınıyor. Yine kayyum atanıyor. Bu yapılanları siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Yine siyasal krize doğru mu gidiyoruz?
KABOĞLU: Sürekli bir siyasal kriz yaşıyoruz. Esenyurt, Mardin, Halfeti... Bütün bunlar bir siyasal kriz. Çünkü Anayasa dışı bunlar. Anayasa dışılık dar zinciri o kadar uzun ki... Yarın sabah (geçtiğimiz Cumartesi gününü kastediyor-EN) Ahmet Özer'le görüşeceğiz, görüşeceğim. Silivri'ye gidiyorum. Evinin basılmasından hapse konulmasına ve belediye meclisinin tümüyle lağvedilmesine kadar hepsi Anayasa ihlalidir.
Eğer siyasal olmasaydı bu, hukuki olsaydı, o zaman o kişi suç işlemiş kişi olarak o anayasal kurallara göre alınırdı, yakalanırdı, yargılanmaya başlanırdı ama belediye mülki idare amirine teslim edilmezdi suç ve cezaların şahsiliği ilkesi gereği diğer meclis üyeleri tarafından yönetilirdi. O kadar siyasal ki, bunu tartışmaya gerek yok. Kayyum tümüyle Anayasa'ya aykırıdır. İşte siyasal dememin nedeni de budur. İşte oraya ya da buraya kayyum atanır mı tartışmasına girmemek lazım. Çünkü olanlar zaten vahimdir, vehameti gösteriyor, Anayasa'ya aykırıdır, olmamalıdır. Bu uygulama asla meşrulaştırılmamalıdır. Bu aykırılıklar sürekli teşhir edilerek, sürekli hukuk yolları zorlanarak meşrulaşmalarını engellemek için mücadele edilmeli.
İstanbul Belediyesi'nin, Ankara Belediyesi'nin sanat harcamaları diyelim ki hovardaca olabilir, ama onlara müdahale ediliyor, denetimler yapılıyor. Sonra belediyelerin borçlarının hemen tahsil edilmesini talep ediyorlar. Hepsi aslında katılımcı belediyeciliğe engel, halkın karnını doyuran, kültürel faaliyet ile ulaşan, halk lokantaları ile el uzatan belediyeleri engellemek. Bu bir bakıma toplum üzerinde kurulmak istenen baskı ve toplum mühendisliği.
GÜLDENAY SONUMUT: Ahmak davası gibi bir davanın hukukta yeri var mı?
KABOĞLU: Yeri yok, yeri yok. Ama işte orada da biz şöyle bir hata yaptık. Onu konuştuk, meşrulaştırdık. Ekrem Bey'e dedim ki, "Nasıl olur, savcı, bir başsavcı istinaf mahkemesine sizin dosyanızın akıbetini nasıl sorar?' Bu dosya burada çökmüştür. Bir savcı, bölge mahkemesinden dosyayı soramaz. Adil yargılanma hakkı iflas etmiştir. Bunu çıkıp, en yüksek perdeden, asla kanıksamayız bu davayı. Ama her akşam İmamoğlu'na siyasi yasak gelecek mi. Gelmeyecek olsa da adamlara zorla getirtecekler. Her akşam bunu nasıl tartışırsın? Böyle bir şey olamaz demen lazım ama aksine meşrulaştırıyorsun. Ama öyle bir toplumuz ki, bir yandan Cumhurbaşkanlığı adaylarını tartışıyorlar, Mansur Yavaş mı olacak? Aptalca bir tartışma. Üç yıl önceden, dört yıl önceden bunu konuşmak niye? Ne yapıyorsun? Karşı tarafı konsolide ediyorsun, sen zayıflıyorsun, zayıflıyorsun.
GÜLDENAY SONUMUT: Peki Can Atalay ne olacak? Demirtaş ne olacak? Osman Kavala ne olacak?
KABOĞLU: Yani işte bunlar siyasal alternans gerçekleşmediği sürece bu üç sorunu çözmek kolay olmayacak. Daha uzun süreli bir soluklu bir mücadeleye ihtiyacımız var ve bu mücadelemizi, özellikle hukuk mücadelesiyle siyasal mücadeleyi hem paralel hem eş zamanlı ve eş güdümlü yürütmemizin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Asla oradaki hukuksuzlukları kanıksamamalıyız, göz ardı etmemeliyiz. Ama siyasal mücadeleye ivme kazandırmadığımız sürece sonuç alıcı olmayacağının da farkında olmalıyız.
GÜLDENAY SONUMUT: Bir şey var ki, yani siz çok iyi bilirsiniz, ona çok şaşırmıştım. Bu Sayın Bahçeli'nin "Öcalan gelsin Meclis'e. Çağrıda bulunsun." Siz bunu duyunca ne hissettiniz? Yani trajik mi buldunuz, gülünç mü, fantastik mi? Ne demek o çağrı?
KABOĞLU: 16 Ekim 2016'da "Türkiye'de fiili durum vardır, Cumhurbaşkanı Anayasa'yı ihlal etmektedir, Anayasa suçu işlenmektedir. Anayasa'yı değiştirelim. ya Cumhurbaşkanı'nın eylemlerine uyduralım ya da Cumhurbaşkanı Anayasa'ya uysun" biçiminde bir söylemi ile 2017 anayasa değişikliğini fitilledi. Devlet Bahçeli o zaman bunu söyledi ve sonucunu biliyoruz. Şimdi ise "Öcalan gelsin Meclis'te konuşsun" diyen kişi, sıra arkadaşı olan HDP için "Ya bunu at Meclis'ten ya da seni kapatırım" demişti. Üçüncüsü, Selahattin Demirtaş'ın kararları belli. O kararların uygulanması, gündeme getirilmesi gerekiyor iken onu yapmayıp da Öcanlan'ı getirmek… Doğrusu ben bu tartışmaya girmem dedim Sözcü televizyonunda ve iyi ki girmemişim. Çünkü bu bir söylem, Kürtlerin de bu söylem tarzı karşısında daha dik durmalara gerekiyor. Eğer gerçekten bir iyileşme isteniyorsa Selahattin Demirtaş'tır. Mahkeme kararı uygulansın. Yani hukuk uygulanıp cezaevine girmiş kişiye uygulanan hukuku kabul etmiyor gel konuş diyor, "Selahattin Demirtaş için verilen hukuk kararlarını da uygulamıyorum" diyor. Burada büyük anomali var. Dolayısıyla hani bunu da tartışırken, Devlet Bahçeli haklı mı değil mi yerine, biz kimseye şirin gözükmeden gerçeklik zemininde tartışmak durumdayız. Can Atalay kararını, Osman Kavala kararını, Selahattin Demirtaş kararını uygulamıyorsun. Hapiste hükmü kesinleşmiş olan kişi gelsin konuşsun diyorsun. Bu gerçeklik zemini değil.
GÜLDENAY SONUMUT: Gündemde çok fazla dava var. Onların da aslında temelinde bu yasaların ve düzenlemelerin göz ardı edilmesi o boşluktan yararlanılması var...
KABOĞLU: Mesela Yenidoğan Çetesi davasında, biz İstanbul Barosu olarak katılma talebinde bulunduk davaya ve orada bir tür devletin çürümüşlüğünü, Anayasa'nın 56'ncı maddesi, sağlık hizmetlerini planlama tekeli devlete ait. Hem özel, hem de kamu hastanelerini sıkı denetime tabi tutacak. Bu yasama yürütme. Mahkemede, demek ki planlama ciddi yapılmamış, etkili düzenleme yapılmamış, denetim yapılmamış ve şimdi yaptırım için sizin huzurunuza taşındı bu dava. Yasama görevini yapmamış, yürütme görevini yapmamış. Bu yaptırımı ciddi tutmak için, hukuku dile getirmek için, Adil yargılanma talep ediyoruz. Onun için İstanbul Barosu'nun gücünü, birikimini sizin hizmetinize sunmak istiyoruz. Hayır dediler. Şimdi ne oluyor bu? Sağlık sistemi çökmüş, çürümüş sistem. Peki sistem nasıl çürüdü? Sistem çürür çünkü anayasa yok. Çünkü tek kişi belirliyor, sağlık sistemini denetlemiyor. Nasıl çürüdü? Hastaneler zincirine sahip olan Sağlık Bakanı yapılıyor. Oteller zincirine sahip olan Turizm Bakanı yapılıyor. Okullar zincirine sahip olan Milli Eğitim Bakanı yapılıyor. Kendisi de Varlık Fonunu'nun başına geçiyor. O zaman devlet ve işletmeler, özel sektör birbirine geçiyor. Koca Türkiye Cumhuriyeti'nin kamusal kişiliği bu şekilde "kişi-parti-devlet" füzyonunda eriyor. Haliyle bu çürüme Lord Acton'ın söylediği gibi "İktidar çürütür, bozar. Mutlak iktidar mutlaka çürütür." Bu Yenidoğan Çetesi skandalı 2017 anayasal kurgusundan bağımsız değil. Çünkü bakan Meclis'e geliyor, talimat diyor. Cumhurbaşkanı talimatıyla her şey. Süleyman Soylu İçişleri Bakanıydı, dedim "ağzınızdan sürekli talimat çıktı. Oysa siz Anayasa ile bağlısınız." Hele İçişleri Bakanlığı gibi bakanlık… Şimdi bütün bakanlıklar talimatla şekillenirse, o zaman memur denetleme yapamıyor. Anayasa'ya bağlı hissetmiyor kendini.
GÜLDENAY SONUMUT: Dezenformasyon yasasının ardından etki ajanlığı yasası için bir ısrar söz konusu, neden bu kadar ısrarcılar? İkinci kez geri çekmelerine rağmen, yine üzerinde çalışıp geri getirileceği konuşuluyor. Bu ısrar niye?
KABOĞLU: İktidar partilerinin geri çekme numaralarını çok biliyoruz. Bizzat, çokça yaşadım. Güvenlik soruşturmasında da yaptılar. Birçok konuda yaptılar. Son 2 yılda yapılan 2 düzenleme, 2-S diyebiliriz buna, birinci S, Sansür, dezenformasyon yasası ile, ikincisi de seçim.
Şimdi dezenformasyon maddesi 217'nci Madde orada 29'du. Onu, askeri savaş hukukunda geçerli teknik kavramı oraya monte ettiler. Bu Anayasa 15'e göre bile mümkün değil. Savaş hukukunda bile, aykırıdır. Olağan döneme getirip uygulayamazsınız. Çok direndik, ben özellikle. Sonuna kadar ve Resmi Gazete'de yayımlandığı gün o maddeyi ayıklayarak öyle bir hazırlık yaptım ki aynı gün 40 sayfayla Anayasa Mahkemesi'ne o maddeyi götürdük. Fakat Anayasa Mahkemesi çoğunluk oyla reddetti. ve orada kullandığımız kaygılar fazlasıyla haklı çıktı. Dezenformasyon suçunu maddi ve manevi unsurlar olarak işlemek yine de kolay olmadığı halde geçenlerde bir sayı yayınlandı, 2 bini aşkın (dosya), mahkemeler gerçek suçlularla değil bunlarla uğraşıyor, uğraştırılıyor.
Dezenformasyon çok tartışmalı olduğu halde, Anayasa'ya açıkça aykırı olduğu halde, o madde bir yasanın taşıması gerekenleri taşımadığı halde, sayısal çoğunlukta dayattılar ve uygulamada da ne oldu? Daha çok baskı. Sivil toplumu, demokratik muhalefeti daha çok bastırma. Seçim yasasındaki değişiklikle de 2023 seçimlerini nasıl kazandıklarını gördük. Şimdi ise bu etki ajanlığıyla aslında dezenformasyon düzenlemesiyle varamadıklarını yapmaya çalışıyorlar. Çünkü çok daha esnek kavramlar. Şimdi siyasal yarar kavramı hukuk devleti olsaydı daha kullanılamazdı Anayasa'da yer almadığı sürece. Çünkü bir özgürlüğü sınırlamak için Anayasa'da belirtilmesi gerekiyor. Ama artık kişi-parti-devlet füzyonunu sağlandığı, parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütmenin var olduğu bir yerde kişiye yöneltilen bir eleştiri, Tayyip Erdoğan'a yöneltilen bir eleştiri, devlete yöneltilmiş, devletin siyasal yararıyla özdeş kabul edecek. Dahası ona gitmeden ne diyor? Saray çevresinde mevzilenenler, işte Cimer Başkanı, İletişim Başkanı Fahrettin Altun, danışmanlar, "devlet biziz" diyorlar. Şimdi bu açıdan çok daha tehlikeli ve geçen haftaki yazımda bilimsel çalışmaları sekteye uğratabilecek bir düzenleme olduğunu yazdım. İşte bu bir hedef: Anayasa ve yasal düzlemde topluma daha çok hakim olabilmek, toplumsal egemenlik, toplumsal özgürlük alanını daha çok daraltmak.
GÜLDENAY SONUMUT: Yani karşıt sesleri mi susturuyorlar?
KABOĞLU: Tabii tabii karşıt sesleri susturmaya yönelik. Dezenformasyon yasası ile amaca ulaşılamıyor, halk direniyor. Seçim yasası ile seçimi aldılar, ama sürdürülebilir değil, ne yapıyor dezenformasyondan bir adım daha ileri gidiyor, tehlikeli bir adım, etki ajanlığı diyor. Dezenformasyon yasasının ardından seçim geldi, şimdi 2 yıl sonra etki ajanlığını getirip tekrar seçim yasası üzerinde oynayacaklar. Amaç nedir? İktidarı daim kılmak. Yukarıda oluşturdukları bir anayasal çatı, aşağıda ise o anayasal çatı ve yasal düzenlemelerle hedefledikleri toplum mühendisliğini icra etmek, bir diğer şekli ile toplumu sürekli baskılamak.
Şöyle ben monokrasi sözcüğünü de Gaulle'den esinlenerek kullanıyordum. Monokrasi hukuk yerine, anayasanın üstünlüğü yerine kişinin kendini üstün kılması. Mesela tipik biraz önce verdiğim 6'ncı madde bunun örneği. Ama ne zaman ki Cumhurbaşkanı parti başkanı oldu, O zaman o kavramın hafif kaldığını düşündüm. Çünkü monokrasi veya otokrasi parti başkanı olgusunu kapsamıyor. O zaman dedim ki "parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı yürütme", bazı meslektaşlar Ersin Kalaycıoğlu gibi, "sultanizm" dedi. "Hayır" dedim çünkü sultanın partisi yok. O zaman bu olgu, parti başkanlığı yoluyla otokrasiyi ve monokrasiyi çok geçiyor ve hani totalitarizmin ayak seslerini monokrasi sayesinde gizliyor diyebiliriz.
GÜLDENAY SONUMUT: Peki duyuluyor mu sesiniz?
KABOĞLU: Eğer medya özgür olsaydı sesimiz daha çok duyulurdu. Ama medya, özgür olmadığı için demokratik muhalefetin sesini kamuoyuyla paylaşamıyor, çok az duyuluyor. Dolayısıyla haliyle siyasal aktörler daha çok sorumluluk almalı. Toplum siyasal söyleme odaklanmış bulunuyor. Toplum biraz sivil toplumun sürekli baskılandığı, sindirildiği, tasfiye edildiği bir süreci yansıtıyor. Ama şu da var ki, bu bahsettiğimiz dezenformasyon yasası, diğer sansür yasası, seçim yasası, bütün bunlara karşı toplum direnme gücünü kaybetmiyor. Yani seçimler, yerel seçimler geleceğe yönelik umut, Türkiye'de bir güçlü demokrasi var.
GÜLDENAY SONUMUT: Ama sadece sandık mı kaldı ellerinde?
KABOĞLU: Sorun zaten o, sandığa indirgememek. Sandığa giden yolun dikenli bahçeye döndürülmemesi için mücadele etmek lazım. Siyasi değişime giden yolun kapatılmaması önem teşkil ediyor. Şimdi Türkiye'de dikkaten kaçırılan husus şu. Sandık gelsin ama sandığa giden yolun bariyerlerle döşenme ihtimalini göz ardı ediyoruz...
GÜLDENAY SONUMUT: Sizce adalet sistemine, hukuk sistemine güven kaldı mı?
KABOĞLU: Şöyle oldu, şimdi Türkiye anayasamızda hak ve özgürlükler alanı oldukça dolgun. Özellikle 87-2005 arası değişiklikleri bazı maddeleri, mesela 13'üncü Madde hak, özgürlükleri, güvenceleri Avrupa'nın da ötesinde. Fakat özellikle 2017'de başlayan, 2017 değişikliği yasama-yürütme-yargının sistematiğine dokunmadı ama yürütmeyi tek kişide birleştirdiği için, o kişi parti başkanı olduğu için Meclis'i hakimiyeti altına aldığı, yargıyı güdüm altına aldığı için hak ve özgürlükler alanı eğreti kaldı. Hani 1789 bildirgesi (İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi) Madde 16, "bir toplum ki orada erkler ayrılığı sağlanmamıştır, hak ve özgürlükler de güvence altına alınmamıştır, anayasa da yoktur." Şimdi burada evet, hak ve özgürlükler var ama erkler ayrılığı kağıt üstünde kalmıştır. Öyle olunca bundan en çok etkilenen hak, adil yargılanma hakkıdır. Kadıköy'e gidip, toplanma özgürlüğünü siz direnerek gerçekleştirirsiniz, özgürlüğünüzü kullanıyorsunuz ama adil yargılanma hakkı devletin yargı bağımsızlığı temelinde örgütlenmesi sonucu gerçekleşen bir haktır. İşte onu kaldırdığınız zaman o hak gerçekleşmiyor. O nedenle şu anda adil yargılanma hakkı Türkiye'de en çok ihlal edilen haktır. Anayasa Mahkemesi kararlarında en çok ihlal edilen adil yargılanma hakkıdır. Bununla da nereye geliyoruz? Yine 2017 kurgusuna, 2017 kurgusu devam ettiği sürece adil yargılanma hakkı güvencelerini bir yere kadar götürebilirsiniz. Dolayısıyla o açıdan bütününü de ele almak gerekiyor.
Salı
10.1 °
Çarşamba
10.5 °
Perşembe
10.9 °
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.