G-XKX1J2WR62
Deniz Yücel, "AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’da Meclis'te düzenlenen Anıtkabir’e gitmek yerine nereye gitti? Bir tarikat mensubunun cenaze törenine katıldı" ifadelerini kullandı.
MYK gündemiyle ilgili basın toplantısında konuşan Cumhuriyet Halk Partisi Sözcüsü Deniz Yücel, "AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’da Meclis'te düzenlenen Anıtkabir’e gitmek yerine nereye gitti? Bir tarikat mensubunun cenaze törenine katıldı. Sayın Erdoğan'ın önceliğinin, ulusal egemenliğin simgesi yüce Meclis olmadığını bir kez daha gördük" ifadelerini kullandı. Erdoğan, İsmailağa'nın ölen lideri Hasan Kılıç'ın cenazesi için İstanbul'a gitmiş, "Rabbim, ruhunu şad, mekanını cennet eylesin diyorum. Kıymetli hocamızın ailesine, yakınlarına, talebelerine ve tüm İsmailağa camiasına başsağlığı diliyorum" açıklaması yapmıştı.
İstanbul Valisi Davut Gül, 1 Mayıs kutlamasının Taksim Meydanı’nda yapılmayacağını açıklamıştı. 1 Mayıs kutlamalarının Taksim meydanında yapılmamasına da tepki gösteren Yücel, 'AKP iktidarının bir zamanlar 'Taksim’i 1 Mayıs kutlamalarına biz açtık' diyerek övündüğü “Taksim Meydanı alerjisi' görüyoruz ki devam ediyor. Ne zaman Taksim Meydanı’nda bir topluluk, toplantı ve gösteri hakkını kullansa, bunu kendi bütünlüklerine bir saldırı olarak görüyorlar. Taksim Meydanı’nda toplanan herkes, sanırsınız ki AKP iktidarını devirmeye yeminli" dedi.
Yücel'in konuşmasından satır başları şöyle:
"Hafta sonu başkent Ankara’da 85 milyonu ilgilendiren iki önemli miting vardı. Cumartesi günü, Türkiye Barolar Birliği ve Barolar öncülüğünde, avukatlar 'Büyük Savunma Mitingi'nde Ankara’da buluştu.
81 ilimizin baro başkanı ile binlerce avukat, yok sayılan savunma makamının sesi olmak için bir araya geldi. Hukuk fakültesinde okuyan öğrenciler kaygılı, genç avukatlar çaresiz. Avukatların ekonomik sorunları günden güne artıyor, avukatlık mesleği itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor, avukatlar şiddete uğruyor, avukatlar öldürülüyor ve bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitiren bir yargı sistemi içinde “savunma hakkı” için mücadele veriyorlar. Bu onurlu mesleği yapan ve Türkiye'nin dört bir yanından gelen meslektaşlarım, yargı bağımsızlığı, adil yargı, hukuk devleti ve avukat hakları için 'Büyük Savunma Mitingi'ndeydi.
Güçlü savunma olmadan adalet olmaz, adalet olmazsa özgürlükler olmaz, özgürlükler olmazsa demokrasi olmaz; adaletin, özgürlüklerin ve demokrasinin olmadığı bir ülkedeyse kimse güvende yaşayamaz. İşte bu sebeple, sadece barolar, avukatlar değil, 85 milyon olarak, hep birlikte, savunmanın gücüne güç katmalıyız. Bu mesele sadece özgürlükler meselesi de değil, ekonomik düzeni de tehlikeye atan bir meseledir. Ülkedeki adalet kavramının bekçisi avukatlar güçlü olmadıkça en çok adalet yara alır. Adaletin yara aldığı bir ülkede ekonomik refahtan da bahsedemeyiz.
Hukuk düzeni bozulmuş bir ülkeye yabancı sermaye uğramaz. Hukuk düzeni bozulmuş bir ülkede kimse yatırım yapmaz. Eğer ülke ekonomisini, en derinden, asıl yara aldığı yerden, en kalıcı şekilde düzeltmek istiyorsak önce yargı bağımsızlığını sağlamakla başlamalıyız.
Bakın haftalardır Yargıtay Başkanı seçilemiyor. Bugün 28. Tur seçim yapıldı ve başkan yine seçilemedi. Çok ciddi bir kutuplaşma olduğu ortada. Siyasi görüşlerin, hukuk ve adalet kavramlarının önüne geçtiği ortada ve bu seçilememe durumunun cemaatlerin, tarikatların çatışmasından ve çekişmesinden kaynaklandığı iddia ediliyor.
Yargıtay başkanı seçilemedikçe işler aksıyor, davalar gecikiyor. Bu ülkede adalet bekleyen binlerce insan, Yargıtay’daki siyasetin gölgesinde sürdürülen güç savaşlarına kurban ediliyor. Ve daha da acısı, Türkiye’de bir yüksek mahkemenin zaten yıpranmış olan imajı, daha da yıpratılıyor.
Bakın; camiye, kışlaya, adliyeye siyaset sokulmasının bedellerini bu ülke çok ağır ödedi. Geçmişte yaşananlardan ders çıkarmayan AKP iktidarını uyarıyoruz. Yargıyı arka bahçeniz haline getirmenize izin vermeyeceğiz.
Tüm vatandaşlarımızın sahip çıkması gereken bir başka eylem ise atanmayan öğretmenlerin eylemiydi. Binlerce öğretmen yıllardır atanmayı bekliyor. Öğretmenlerin bu durumu, eğitimi tarikatların güdümünde yönlendirmeye çalışan Yusuf Tekin denen zatın umurunda değil!
Bu Bakan, mülakatı savunacak, hatta bu konuda kendisinin karar verici olacağını söyleyecek kadar hadsiz biri…
Dünyanın en önemli mesleğini yapmak için eğitim alan yüz binlerce öğretmen geleceği, bu hadsiz bakanın iki dudağının arasından çıkacak bir karara bırakılamaz. Bunu defalarca söyledik. Buradan bir kez daha söylüyoruz. Liyakatsizliğin, adamcılığın, kayırmacılığın, nepotizmin anahtarı 'mülakat dayatmasından' derhal vazgeçilmelidir. Seçim öncesinde 'Mülakatı kaldıracağız' diye vaatlerde bulunup, sonra 'Mülakat gibi mülakat yapacağız' diye kıvıranlar; şimdi 'mülakatın kaldırılmayacağını' açıkça ifade etmekten hiç utanmıyorlar, sıkılmıyorlar.
Öğretmenler kendilerine yapılan haksızlığa karşı durmak ve sorunlarını bir kez daha dile getirmek için dün Ankara Ulus meydanında yağmur altında eylem yaptı. İstekleri açık ve netti. Cumhuriyet’in 100’üncü yılında mülakatsız, 68 bin atama… Cumhuriyet Halk Partisi olarak atanan, ataması yapılmayan tüm öğretmenlerimizin yanındayız. Onlar gibi biz de susmuyoruz haykırıyoruz; 'Mülakat kalksın, öğretmenler atansın'
Geçtiğimiz hafta, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 104’üncü kuruluş yıldönümünü büyük bir coşku ile kutladık. 23 Nisan’da Mecliste özel oturum yapıldı. Bu anlamlı günde, Anıtkabir’de yapılan törene giden tek lider Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’di.
Peki AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’da Meclis'te düzenlenen Anıtkabir’e gitmek yerine nereye gitti? Bir tarikat mensubunun cenaze törenine katıldı. Sayın Erdoğan'ın önceliğinin, ulusal egemenliğin simgesi yüce Meclis olmadığını bir kez daha gördük. İşte tam da bu nedenle; ülkede hangi taşı kaldırsanız altından tarikatlar ve cemaatler çıkıyor. Tam da bu nedenle, AKP iktidarında aklın, bilimin, fenin yerine, çoğu kez şeyhlerin, şıhların safsataları konuşuluyor.
Cemaat ve tarikatların hayatın her alanındaki etkisi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 'değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez' nitelikteki 'laik devlet' özelliği ile asla bağdaşmıyor.
Eğitim bir ülkenin gelişmesinin, ilerlemesinin ön koşuludur. Eğitimde 'müfredat' da, bir ülkenin eğitim politikasının 'Anayasası' gibidir. Eğitim politikasının içeriği, ideolojilere göre değil, evrensel değerlere göre belirlenir. Nedir bu evrensel değerler? Akıldır, bilimdir, fendir. Eğitim, siyasi iktidarların deneme tahtası değildir. Çocuklarımız, gençlerimiz, evlatlarımız da AKP’nin 'denekleri' değildir.
Geçtiğimiz aylarda Millî Eğitim Bakanlığı'nın başındaki zata, akla, bilime, fenne, laiklik ilkesine aykırı uygulamaları nedeniyle birtakım uyarılarda bulunmuştuk. Çocuklarımızın geleceğini karartacak her adımda Cumhuriyet Halk Partisi’ni karşılarında göreceklerini söylemiştik. 2 gün önce bu zat çıkmış, yeni müfredat taslağını açıklamış. Bir de 'görüş ve önerileri' beklediğini söylemiş…
Bir kere; müfredat diye açıkladığı metnin isminde hayır yok. Neymiş? Türkiye yüzyılı maarif bilmem nesi! Arkadaşım, Yusuf Tekin, sen kendinde misin? Sen seçim kampanyası mı yürütüyorsun? Milli Eğitim Bakanlığı mı yapıyorsun? Sen AKP’nin 'Propaganda ve Siyasi İşler Başkanı' mısın? Milli Eğitim bakanı mısın? Senin işgal ettiğin Millî Eğitim Bakanlığı’nın başında 'milli' var. Senin neren milli Allah aşkın? Tarikatlara Sivil Toplum Kuruluşu diyen bir adamsın. Sen değil misin başımıza ucube ÇEDES Projesini çıkaran?
İçinde cumhuriyet ruhu olmayan, çağdaş ve bilimsel eğitimin zerresini barındırmayan, yüzünü medeniyete dönmüş, aydınlık bir Türkiye vizyonunun eser bulunmayan ve Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği 'fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller' yetiştirecek anlayışla taban tabana zıt bu müfredat taslağı derhal geri çekilmelidir. Aslında değişmesi gereken sadece müfredat değil, Millî Eğitim Bakanlığı'nın başındaki zattır. Müfredattan çıkarılması gereken türev, integral yada evrim teorisi değil, bu karanlık zihniyetin bakış açısıdır.
Cemaatleri, sivil toplum örgütü olarak gören MEB’in başındaki zatın uygulamaya koyduğu her proje; araştırma, sorgulama, eleştiri gibi kavramlardan uzak. Ders kitaplarındaki sadeleştirme ve basitleştirme uygulamalarının; bilhassa bilim, matematik, felsefe, tarih ve sanat derslerinde yoğunlaşması da dikkat çekici.
MEB, milyonlarca çocuğumuzun geleceğini etkileyecek müfredatı, bir siyasi parti programı gibi yazmıştır. O yüzden bu taslak derhal geri çekilmeli, eğitimin tüm paydaşlarının dahil olduğu, bilimsel, nitelikli ve çocuklarımızın çağdaş dünya ile rekabet edebilecek seviyede; kaliteli bir eğitim alabilecekleri bir müfredat çalışması yeniden yapılmalıdır. 'Yaptım oldu' anlayışıyla eğitime darbe vurulamaz.
Geçtiğimiz hafta, Amerika Birleşik Devletleri 2023 İnsan Hakları Raporu yayınlandı. Tabii, ABD’nin insan haklarına ne kadar saygılı olduğunu, insan hakları ihlallerinden ne kadar sakındığını, insan hakları sicilinin son derece temiz olduğunu bildiğimiz için biz de raporu sabırsızlıkla bekledik(!)
Raporun sunumunu, Gazze Soykırımı başladığı sırada İsrail’e giden ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken yaptı. Raporda, yalnız iki ülke eleştirilmiyor. ABD ve tabii ki biricik kardeşi İsrail… Bütün dünyanın gözü önünde çocuk, kadın, yaşlı, hasta demeden bombalayan İsrail’in insan hakları ihlali yapıp yapmadığı, bu rapora göre henüz tespit edilememiş, incelemeler devam ediyormuş. Zenginliklerini Afrikalı siyahilerin kan ve kemikleri üzerine kuran, demokrasi vadiyle ayak bastığı topraklara ölümden başka bir şey getirmeyen ABD, insan hakları raporu yayınlayacağına önce kendi siciline bakmalıdır.
Almanya Cumhurbaşkanı Walter Steinmeier geçtiğimiz hafta Türkiye’deydi. 3 günlük ziyareti kapsamında belediye başkanlarımız ve genel başkanımız Sayın Özgür Özel’le de temaslarda bulunan Alman Cumhurbaşkanı’na Genel Başkanımızca iletilen en önemli konulardan biri Türkiye’de bulunan sığınmacı ve kaçak göçmen sorunuydu.
'Türkiye’nin mevcut yönetimine para verelim, onlar da Suriyeli ve Afgan sığınmacıları durdursun' anlayışını reddettiğimizi, Sığınmacı sorununun çözümünde Türkiye’nin bir taşeron ülke olarak görülmemesi gerektiğini; bu sorunun çözümü için Avrupa’nın Orta Doğu barışına katkı koyması gerektiğini kendilerine ilettik.
Türkiye Cumhuriyeti pasaportu bugün ne yazık ki; değersiz demek istemiyorum ama dünyanın en geçersiz pasaportu durumunda. Saygın bilim insanlarımız, sanatçılarımız, iş insanlarımız, gençlerimiz hiçbir ülkeden vize alamıyor. Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel'in Almanya Cumhurbaşkanı’na ilettiği bir diğer önemli konu ise bu vize sorununun çözülmesidir.
AKP, gerek genel seçimde; gerek de yerel seçimde sürdürdüğü iftira siyasetine devam etmekte kararlı… Montajlı videolardan sonra, ortaya şimdi de montajlı fotoğraflar çıktı... Seçim yenilgisinden sonra hala toparlanamayan AKP; halkın parasıyla sürdürdükleri şatafat ayyuka çıkınca çareyi yine 'yalan ve iftira' yöntemlerine başvurmakta buldu. Seyhan Belediye Başkanımız Oya Tekin’e sosyal medya üzerinden montaj fotoğraflarla saldıran ve hedef gösteren ahlaksız; hala Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı olarak görev yapmakta. Sayın Cumhurbaşkanı, bu başdanışmanı derhal görevden almalıdır. Afyon’da belediye binasına böcek koyanlar da, Sayın Oya Tekin’e iftira atmak için fotoğrafa eklemeler yapanlar da, pek çok yerde belediye hizmetlerine darbe vurmaya çalışanlar da hesap verecek…
AKP’lileri uyaralım. Sizin montajlarınızdan, yalanlarınızdan, iftiralarınızdan bu halk bıktı usandı artık.
Aziz Türk milleti, sağduyusuyla bütün gerçekleri görüyor. Nasıl ki 31 Mart’ta bunu tüm Türkiye’de sandıklar açıldığında gösterdiyse; ilk genel seçimde daha etkili bir şekilde tekrar gösterecek.
31 Mart Yerel seçimlerindeki yenilginin hazımsızlığı; AKP’ye artık halka düşmanlık yaptıracak düzeye geldi. AKP’den CHP’ye geçen belediyelerde; merkezi hükümete bağlı resmi kurumlar eliyle, yeni seçilen CHP’li Belediye başkanının halka hizmet etmesini engellemeye yönelik çalışmalar devam ediyor. Geçen hafta da söyledik. Bu soygunu ifşa edeceğiz.
Belediyeler üzerinden nasıl bir yağma düzeni oluşturduklarını tek tek ortaya çıkaracağız. Adana Aladağ Belediyesi, AKP’deyken, AFAD tarafından Aladağ Belediyesine 3 adet kamyon tahsis edilmiş. Seçim oldu, Aladağ Belediyesi, CHP’ye geçti, AFAD da kamyonları geri çekti. Çünkü AKP zihniyetinde, oy yoksa kamyon da yok.
Bir benzer hikâye daha... İstanbul Ümraniye Belediyesi, Çorum Oğuzlar Belediyesi’ne 2 yıl önce 2 hizmet aracı göndermişti. Oğuzlar Belediyesi CHP’ye geçti, Ümraniye Belediyesi 2 hizmet aracını, çekicilerle geri aldı. Çünkü AKP zihniyetinde, oy yoksa hizmet yok.
Yahu asıl amaç vatandaşa hizmet değil mi? Siz değil misiniz 'Bu millete efendi olmaya değil hizmetkar olmaya geldik' diye seçim meydanlarında naralar atan... Belediye el değiştirse de, halk aynı halk değil mi?
31 Mart seçimi sadece lüks ve şatafatı, yolsuzlukları ortaya çıkarmadı, AKP’nin sözde hizmet anlayışını da ortaya çıkardı. AKP’nin hizmet anlayışı halka hizmet değil, bizden olana hizmet anlayışıdır. 22 yıldır dillerinden düşürmedikleri 'Milletin hizmetkarıyız', 'bizimki hizmet sevdası' gibi boş laflarının artık halkımız üzerinde hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır.
Manisa Belediyelerine de değinmek istiyorum. Manisa’daki belediyeler CHP’ye geçince büyük bir telaşla kasayı boşaltanlar mı dersiniz, şatafatlı oyma kapılar mı dersiniz, altın varaklı makam odaları mı dersiniz, ne ararsanız var... 10 yıldır AKP’nin yönettiği ve son seçimde CHP’ye geçen Manisa Yunusemre Belediyesi’nin yeni binası ve başkanlık makam odasındaki şatafatın faturası tam 4 milyon dolar!
Makam odası da altın varaklı mobilya ve süslemelerle döşetilmiş. 'İtibardan tasarruf olmaz' anlayışının üstüne koca bir saray diken tek adam ve oymalı kapılardan geçmeye alışmış, altın varaksız koltuklarda oturamayan, jakuzisiz güne başlayamayan, tek adama bağlı belediye başkanları...
Biraz da Diyanet İşleri Başkanlığı’nın başındaki şahıstan bahsedelim. Ali Erbaş’ın, Irak ziyareti sırasında muhabirin sorduğu Arapça soruyu anlamaması zaten gündemde… Ama Ali Erbaş ile ilgili bizim öncelikli gündemimiz bu değil. Atatürk’ün adını hiçbir hutbede anmayan, camilerde siyasi mesajlar veren, yolsuzluklara ses çıkarmayan, israf sofraları kuran bir şahıs bu… Alçakgönüllü olmak yerine kibir sahibi olan bir Diyanet Başkanı, 15 milyon liralık aracıyla, 10 bin lira maaş alan emeklilere hava atan bir şahıs, Diyanet'in bütçesini, kendi kişisel banka hesabı gibi kullanan bir şahıs… Her adımı hatalı, her sözü yanlış, her tavrı çirkin. Bu kadar rezalet varken Arapça bilmemesi devede kulak kalıyor.
Bu adam sadece yalancı değil ki. Mustafa Kemal Atatürk ve cumhuriyet karşıtı, müsrif, kibirli, şatafat düşkünü bir şahıs… Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu kurumun başında, ama onun adını bile söyleyemeyecek kadar saygısız. Yahu bir Diyanet İşleri Başkanı’nın 6 makam aracı olur mu? Bu zatın o makamda bir dakika bile oturmaması lazım zaten.
Geçtiğimiz günlerde gazete olduğu iddia edilen bir kağıt parçası, orduevleri üzerinden Türk Silahlı Kuvvetlerini hedef gösterdi. Neymiş orduevlerinde alkol satılıyormuş. Ardından aynı karanlık zihniyetin temsilcisi, gazete demeye dilimin varmadığı bir başka paçavra, 'CHP’li belediyeler ayyaşların emrinde' diye haber yaptı.
Buradan açıkça ilan ediyoruz, insanların özgürlüklerine, yaşam tarzlarına müdahale eden bu anlayışa geçit vermeyeceğiz. TSK’yı hedef alan, itibarsızlaştırmaya çalışan, belediyelerimizi karalayan, hedef gösteren, onların başarılarını ört bas etmeye çalışan bu kirli ve karanlık zihniyetin topluma kin ve nefret tohumları ekmesine de, sessiz kalmayacağız.
Edirne’den Kars’a, her kentimizde, her kesimin iliklerine kadar hissettiği büyük bir yangın var.
Bu yangının adı hayat pahalılığı… Ülkemizde ekonomik krizin beraberinde getirdiği hayat pahalılığı artık her geçen gün büyüyen ve önü alınamaz bir sorun haline geldi. İktidara geldiklerinde giydiklerini iddia ettikleri o sözde 'ateşten gömleğin' düğmelerini, anlaşılan baştan yanlış iliklediler. Boşa koysalar dolmuyor, doluya koysalar almıyor, yarattıkları enflasyon canavarı her geçen gün daha da büyüyor.
Bundan iki hafta önce Merkez Bankasının KKM ödemelerini üstlendikten sonra, açıkladığı tarihi zararın vatandaş üzerinde yaratacağı olumsuzluklara dikkat çekmiştik. Merkez Bankası geçtiğimiz haftalarda 820 milyar liralık zarar açıklamıştı. Bu zararın kaynağı Kur Korumalı Mevduat hesapları…
Ekonomist olduğunu iddia eden bir Cumhurbaşkanının ve gözlerinden ışık saçan eski hazine bakanının ülkemize hediyesi işte bu.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin uygulanmaya başlamasından itibaren; gelir dağılımdaki adaletsizliğin arttığı gün gibi ortada. AKP'nin uyguladığı ekonomi politikaları sebebiyle, gelir dağılımında; ücretliler ve bağımlı sınıflar aleyhine bozulmalar yaşanıyor. Küçük esnaf, devlet desteğinden yoksun. Krizin faturasını bütün ağırlığıyla hisseden küçük esnafımızın, teşvik, destek ve hibe krediler yoluyla desteklenmesi gerekir. Halktan kopmuş olan iktidarın; neo-liberal ekonomi politikaları uygulamadaki ısrar ve inadı yüzünden esnaf kepenk kapatıyor.
Hal böyleyken vatandaşın omuzlarındaki ekonomik yükü bir nebze olsun hafifletmek için; Grup Başkanvekillerimiz Ali Mahir Başarır, Gökhan Günaydın ve Murat Emir, enflasyon nedeniyle asgari ücretin 3 ayda bir güncellenmesi, en düşük emekli maaşının asgari ücret düzeyine yükseltilmesi,
Ve küçük esnafa destek verilmesine yönelik düzenlemelerin olduğu kanun teklifini Meclis’e sundu.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu teklifle hedefimiz; asgari ücretle çalışan işçilerin satın alma gücünün korunması, en düşük emekli aylığının asgari ücret düzeyine çıkarılmasını ve küçük esnafın üzerindeki vergi yükünü Hazine desteğiyle azaltılmasıdır.
Küçük esnafın hali ortada, çiftçilerimizin durumu da farklı değil… Rize, Artvin, Trabzon ve Giresun İl Başkanlarımız geçen hafta açıklama yaptı ve hükumeti uyardı, 'Çay üreticilerini mağdur etmeyin' dediler. Biz de tekrarlıyoruz, 2024 yaş çay alım fiyatı en az 25 lira, destekleme primi de 3 lira olmalıdır.
Çiftçileri sürekli mağdur eden, gelir kaybına neden olan tarım politikaları hızla değiştirilmeli, düzeltilmelidir.
Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel, son grup toplantımızda 1 Mayıs için açık çağrısını yapmıştı.
Sayın Genel Başkanımızın kefaletinde, işçilerle birlikte bir kişinin bile burnu kanamadan, kanlı 1 Mayısların yasına, matemine yakışan şekilde Taksim Meydanı’nda 1 Mayıs’ta işçi ve emekçilerimiz için toplanacağız dedik. Ve bugün beklenen açıklama geldi… Taksim Meydanı 1 Mayıs törenlerine kapatıldı. Taksim'de 1 Mayıs mitingi yapılırsa trafik aksarmış, Taksim 1 Mayıs'a uygun değilmiş, terör riski varmış...
Buradan AKP hükümetine soruyoruz:
Siz kararlarınızı terör örgütlerinin tehditlerine göre mi belirliyorsunuz?
Siz güvenlik önlemi alamayacak ve işçisini, emekçisini koruyamayacak kadar aciz misiniz?
Yoksa Türkiye’deki yasal sendikaları ve siyasi partileri terör örgütü olarak mı görüyorsunuz?
Taksim'den neden bu kadar korkuyorsunuz?
Biz Taksim’den vazgeçmiyoruz. Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel, İçişleri Bakanını arayarak, Taksim kararının gözden geçirilmesini istedi. 'Biz parti olarak teminat veriyoruz, sorunsuz geçecek' dedi. Peki biz bu güvenceyi verirken; yurt içindeki güvenlik teşkilatının en üstündeki isim bu güvenceyi neden veremiyor?
AKP iktidarının bir zamanlar “Taksim’i 1 Mayıs kutlamalarına biz açtık” diyerek övündüğü “Taksim Meydanı alerjisi” görüyoruz ki devam ediyor. Taksim Meydanı, AKP iktidarı için bir travma… Ne zaman Taksim Meydanı’nda bir topluluk, toplantı ve gösteri hakkını kullansa, bunu kendi bütünlüklerine bir saldırı olarak görüyorlar. Taksim Meydanı’nda toplanan herkes, sanırsınız ki AKP iktidarını devirmeye yeminli. Oysa Taksim Meydanı, hak arayan herkesin istediğinde çıkıp hakkını aradığı bir yer ve AKP de; hak arayanların can güvenliğini sağlamak zorunda olan iktidardır. Ama nasıl? Polisle, Jandarma’yla, TOMA’yla, tazyikli suyla demokratik hakkını kullananlara kuvvet kullanarak değil; toplantı ve gösteri hakkını kullanan topluluklara, Taksim Meydanı’nı elverişli hale getirerek…
31 Mart yerel seçimlerinin birinci partisi olarak açık çağrımızdır: Sayın Genel Başkanımızın da dediği gibi, 'Emekçilerin elini havada bırakmayın', Taksim Meydanı’nı 1 Mayıs’a açmaktan korkmayın!"
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.