Ankara Barosu’nun 68. Olağan Genel Kurulu 12-13 Ekim’de gerçekleştirilecek. Mevcut Başkan Mustafa Köroğlu ile birlikte 8 adayın yarışacağı seçim öncesi, 100. Yıl Demokratik Sol Avukatlar Grubu adayı, Av. Bülent Yücetürk ile adaylık sürecini ve ülke gündemini konuştuk. Ankara Barosu’nun kötü yönetildiğini, yaşanan hukuksuzluklara tepkisiz kaldığını kaydeden Yücetürk, baroya ait Gölbaşı’ndaki tesisin işletmesinin “adrese teslim bir ihale” ile bir firmaya verildiğini, firmanın da bu tesise kaçak bir yapı yaptığını anlatarak, “Baro yönetiminin değişmesi gerekiyor” dedi.
Yücetürk, Ankara Barosu’nun, 2 Nolu Baro’yu ziyaretine de tepki göstererek “Haksız rekabet oluşturan, kendilerini iktidar nezdinde itibarlı gösterip haksız menfaat sağlayan ikinci baronun kapatılması gerekiyor. AKP’nin kendi hukuksuzluklarını meşrulaştırmak için kurmuş olduğu bir baronun meşrulaştırılması kabul edilebilir bir şey değil. Ancak Ankara Barosu teslimiyetçi bir noktada. İktidara teslim olmuş iktidarla aynı paralele gelmiş bir baro kabul edilemez” diye konuştu.
Türkiye’nin en büyük ikinci barosu olan Ankara Barosu’nda kayıtlı yaklaşık 25 bin avukatın oyuna talip olan Yücetürk, neden aday olduğunu anlattı. Yücetürk şunları söyledi:
“Uzunca bir süredir Ankara Barosu’nun Türkiye’deki hukuksuzluklara, anayasanın, yasaların uygulanmamasına, adalet üretmeyen yargının tamamen iktidarın kontrolüne girdiği bir noktada gerekli tepkiyi verememesi, tam aksine 2. Baro gibi numaracı bir baroyu ziyarete gidip onlara meşrutiyet kazandırması benim adaylık kararı vermemde en büyük etken oldu. Çünkü Ankara Barosu, başkent barosudur, öncü ve lider barodur. Ankara Barosu’nun, 2 Nolu Baro’nun kurulma aşamasında, baro başkanlarının cop yediği, gaz yediği, günlerce mecliste eylem yaptığı bir direnişi anlamsızlaştırıp, 2 nolu baroya ziyarete giderek AKP’nin kendi hukuksuzluklarını meşrulaştırmak için kurmuş olduğu bir baroyu meşrulaştırılması kabul edilebilir bir şey değildi. Ya mevcut yönetime karşı bir alternatif olarak çıkmam gerekiyordu ya da bunu kabullenmem gerekiyordu. Ankara barosunun teslimiyetçi bir baro olarak algılanmasına ve bu şekilde gösterilmesine itiraz ettim.
Türkiye’de son 2 yılda Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmadığı, laik bilimsel eğitimin ortadan kaldırıldığı, yargının tamamen iktidara teslim olduğu ve iktidarın kontrolünde işleyen bir yargı sisteminin çıktığı noktada Ankara Barosu’nun daha etkin bir şekilde daha yüksek bir sesle bunlara itiraz etmesi gerekiyordu ama hiçbir yerde hiçbir noktada bu itirazların yüksek sesle dile getirildiğini, buna karşı bir direnç gösterildiğini görmedik ve bu meslektaşlarımızda çok ciddi anlamda bir umutsuzluğa, baroya olan inancın kaybolmasına neden oldu. Bütün bunları üst üste koyunca, Ankara Barosu’nun teslimiyetçi bir noktada, iktidara teslim olmuş, iktidarla aynı paralele gelmiş bir baro olması asla kabul edilebilir bir durum değil.
Baro’nun varlıkları da kötü yönetiliyor. Sürekli güç kaybediyor. Örneğin mevcut baro yönetiminin, Gölbaşı'ndaki Özdemir Özok tesislerini zarar ettiği gerekçesiyle kişiye özel, adrese teslim bir ihale süreci ile yok pahasına ayda 90 bin lira gibi bir bedelle kiralaması, kiralayan kişilerin bugünlerde Filistin meselesi nedeniyle çok tartışılan bir kahve firmasına ait kaçak yapıyı tesis içinde inşa etmeleri ve belediyenin buranın kaçak olduğunu tespit edip kapatması gibi usulsüzlüklerle baronun ciddi şekilde zarara uğratılmış olması kötü yönetimin en büyük örneklerinden birisi.
Bir başka kötü yönetim örneği ise, daha önce Ankara Barosu Gelincik Merkezi'nde ve adli yardım merkezinde avukat görevlendirilmesi yapıyordu ve bu görevlendirmelerle meslektaşların bir kısmı, özellikle genç arkadaşlarımız ücret alıyorlardı ve buralar destek anlamında önemliydi. Aynı zamanda adli yardım talep eden vatandaşlar, şiddet gören kadınlar, mağdur çocuklarla ilgili çok ciddi çalışmalar yapılıyordu. Bunlara son verdiler ve burayı baro çalışanı avukatlar ile yürütmeye çalıştılar. Hem bu kuruluşları etkisizleştirdiler hem de meslektaşlarım burada kazanç elde edebilecekleri bir yeri kapatmış oldular.
Yine Ankara Barosu Eğitim Merkezi içerisinde bulunan, kafenin işletmeciliğini, 5 + 5 yıl şeklinde çok uzun süreli bir kira sözleşmesi altında, aylık 15.000 TL gibi günümüzün ekonomik şartlarına göre oldukça gülünç bir bedelle bir kahve markasına verilmesi ve burada aslında baronun kuruluş amacına işleyiş amacına Türkiye'deki baroların var olma amacına aykırı bir şekilde tamamen ticarileşmiş bir baro görüntüsü altında bu tür işlerin içine girmesi ve burada da yine usule uygun olmayan yöntemlerle kiralama sürecinin işletilmesi kötü yönetim örneklerinden birisi.
Bu yönetim göreve gelmeden önce Ankara barosunda adliyeler arasında servis hizmeti vardı. Ankara'da adliyelerin bölünmüşlüğü belki de Türkiye'deki tek örnektir. Maalesef bu dönemde servislerin kaldırılması meslektaşları çok ciddi anlamda zarara uğratmıştır ve onları zorlayan bir süreç olmuştur. Bütün bunları üst üste koyunca diğer faktörlerle de birleşince bu yönetimin göreve devam etmemesi ve bu yönetimin değişmesi gerektiğini görüyoruz”
Mevcut baro yönetimi, aday listelerinin 18.05.2024 tarihinde kesinleştiği gerekçesiyle ön seçim davetimizi reddetmişti. Ancak seçime bir hafta kala listede sessiz sedasız değişiklik yapıldı ve bu konuda avukatlar bilgilendirilmedi. Demokratik Sol Avukatlar Grubunun tek adayı olma iddiası ile yola çıkanların listede değişiklik yapması, listenin geçerliliğini ve meşruiyetini tümüyle kaybetmesi demektir. Biz, Köroğlu ve ekibinin demokratik sol ilkelere aykırı işlem ve davranışları karşısında demokratik sol avukatlar grubunun adayı olma iddialarını kabul etmiyoruz.
Göreve gelmeleri durumunda gerçekleştireceklerini söylediği vaatlerini sıralayan Yücetürk, 2. Nolu Baro’nun kapatılması gerektiğini de söyledi. Yücetürk, yönetime gelmeleri durumunda ilk olarak servis sorununu çözeceklerini ifade ederek, şunları da kaydetti:
“İktidarın hukuksuzluklarını meşrulaştıran ve haksız bir rekabet oluşturan, kendilerini iktidar nezdinde itibarlı gösterip haksız menfaat sağlayan 2. Nolu Baro’nun kapatılması gerekiyor. Bunun için çaba gösterilmesi lazım. Özellikle genç meslektaşlar için önemli olan istihdamla ilgili sorunları çözmek, bunun için de avukatların iş alanlarının genişletilmesi, kartelleşmiş hukuk bürolarının açlık sınırının altında avukat çalıştırmalarını, diğer meslektaşların alabilecekleri işlerin kartelleşmiş hukuk bürolarına gitmesini engellemek gerekiyor.
Avukatların yaptığı işlerin bir kısmının avukat olmayan kişiler tarafından yapılıyor olması da ciddi bir sorun. Ancak iş alanlarının genişletilmesi sorunu çözmeye yetmez. Sorunu asıl çözecek olan şey Türkiye'deki iktidarın her ile bir üniversite açıp, hukuk fakültesi kurmasıdır, çünkü orada bir sel geliyor ve siz bu selin önünü kesmezseniz, bir baraj kuramazsınız mesleğin bu selin altından kalkabilme şansı yok. Hukuk fakültesi sayısının azaltılması, Türkiye'nin gerçek ihtiyacına dönük, kaliteli hukuk eğitimi veren hukuk fakültelerinin olması sağlanmalı. Kalitesiz hukuk eğitimi veren, sadece ticari nedenlerle kurulmuş olan fakültelerin de kapatılması lazım. Bunları kapatmazsanız hukuk mesleklerine giriş sınavıyla bu mesleği, savunmayı kurtaramazsınız. Bugün avukat intiharları yaşanıyorsa ve geçmişte avukatlık mesleği bu kadar itibarlı bu kadar prestijli bir meslek iken bugün bu gücünü kaybetmişse, bunun altındaki temel neden sistemin içerisine bu kadar çok hukuk fakültesi mezunu sokulmasıdır.”
Siyasetten uzak baro düşüncesine katılıp katılmadığını sorulan Yücetürk, “iktidarın hukuka, yargıya, savunma mesleğine ve barolara bakış açısı sorgulanmadan, bu sorunlar düzeltilmeden, bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemi, demokratik bir anayasa ortaya çıkmadan avukatlık sorunu çözülemez. O nedenle avukatlar, barolar siyaset yapmasınlar demek avukatların ve baronun hiçbir şey yapmadığı anlamına gelir” dedi.
Yücetürk, şöyle devam etti: “Oysa olması gereken şey baroların avukatlık kanununda yazıldığı gibi hem meslek sorunlarını çözmeye odaklı olması hem de Türkiye'deki hukuksuzluklara da içine düşülen hukuk krizine de yargı krizine de çözüm bulması bunları dile getirmesi, bunu zorlayan bir meslek örgütü olmasıdır. Baroların belki bir meslek örgütü olarak bunları değiştirebilecek yapabilecek bir gücü yoktur ama hukuksuzlukların karşısında barolar bir direnç noktasıdır. Bu dönemde kötü yöneyim nedeniyle en çok da bunu kaybettik.”
Yücetürk, uzun yıllardır Ankara Barosu’nda başkanı belirleyen Demokratik Sol Avukatlar grubunun karşısında sosyal demokrat kimliğiyle yarışacağını hatırlatmamız üzerine de şunları söyledi:
“Ben kazanırsam da demokratik sol kazanmış olacak. Ben zaten hayata soldan bakan birisiyim ve o değerler içerisinde bütün hayat mücadelemi verdi. Bugünkü itiraz noktamız, demokratik sol adı altında seçimlere giren ve demokratik solun mavi renginin arkasına saklanan ama demokratik solun ilkeleriyle hiçbir ilgileri olmayan kişilerin aslında böyle olmadıkları halde bu şekilde baro yönetmesi. Bu yönettikleri yönetişim modeli açısından da bütün kusurun demokratik sola yüklenmiş olması demokratik sol ilkelerle kabul edilebilir bir şey değildir.
Biz aslında şunu söylüyoruz. Bizim karşımıza demokratik sol avukatlar grubunun adayı olarak çıkan kişilerin demokratik solla bir ilgileri yok. Buranın ilkelerini taşımayan, bunun savunuculuğunu yapmayan, tam tersi davranışlarla aslında demokratik solla bağdaşmayan ve demokratik solun da ismine ve özüne zarar veren insanlar olduğu için biz bunlara karşı çıkıyoruz. Bu nedenle seçimleri biz kazandığımızda kazanan demokratik sol olacaktır, yoksa demokratik sol kaybetmiş olmayacak biz kazandığımızda demokratik sol kazanmış olacak gerçekten bu ilkelere sahip olan kişiler kazanmış olacak."