Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, TBMM Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada iktidarın hazırladığı 11. Yargı Paketi’ni sert sözlerle eleştirdi. Arıkan, düzenlemenin on binlerce adli hükümlünün tahliyesine kapı aralarken, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında yargılananların kapsam dışında bırakıldığını savunarak, “Dolandırıcı affedilecek; ama akademisyen içeride kalmaya devam edecek. Hırsız affedilecek; ama gazeteci içeride kalmaya devam edecek. Sahtekar müteahhit affedilecek; ama bir tweet yüzünden içeri atılan binlerce insan içeride kalacak.” ifadelerini kullandı.
Arıkan, konuşmasının en geniş bölümünü 11. Yargı Paketi’ne ayırdı. Paketi, “dikiş tutmayan bir elbiseye 11. kez yama” benzetmesiyle eleştiren Arıkan, iktidarın yıllardır çıkardığı düzenlemelerin adalet sistemini onarmadığını söyledi:
“Öncelikle: 11. yargı paketi demek, dikiş tutmayan bir elbiseye 11. kez yama yapmak demektir. Şunu da söylemeliyim; yama yaptıkça, yargıda sökük büyüyor. Toplumun beklentisi ‘infazda eşitlik yargıda adalet’ iken bu arkadaşlarımız ‘infazda eşitsizliği, yargıda adaletsizliği’ tescilleyen bir düzenlemeyle karşımıza çıkıyorlar.”
Arıkan, paketin cezaevlerindeki yoğunluğu azaltmak amacıyla hazırlandığını, ancak bunun yanlış bir yöntemle yapıldığını savunarak, adli suçlardan hüküm giymiş pek çok kişinin tahliye edileceğini, buna karşılık düşüncesini açıklayanların içeride kalmaya devam edeceğini dile getirdi:
“Sizler bugün katili, hırsızı, dolandırıcıyı, tacizciyi affederseniz; bunlar yüzünden mağdur olan vatandaşlarımıza ihanet etmiş olursunuz. Yaptığı çürük bina yüzünden insanların canına mal olan müteahhidi affederseniz; vefat edenlerin ruhuna, onların yakınlarına ihanet etmiş olursunuz.
Çocuğunu uyuşturucunun pençesinden kurtarmaya çalışan annelerin feryadı ortadayken uyuşturucu satıcısını affederseniz; o annenin ahını alır, yeni annelerin acısına zemin hazırlarsınız.”
Ardından hedef aldığı temel çelişkiyi şu cümlelerle özetledi:
“Dolandırıcı affedilecek; ama akademisyen içeride kalmaya devam edecek. Hırsız affedilecek; ama gazeteci içeride kalmaya devam edecek. Sahtekar müteahhit affedilecek; ama bir tweet yüzünden içeri atılan binlerce insan içeride kalacak. Hiç kusura bakmayın, alınmayın, gücenmeyin! Adına ister ‘Af’ ister ‘Düzenleme’ deyip laf cambazlığı yapmaya çalışın.
Gerçekte yaptığınız; ahlaklı vatandaşa, kurala uyan masuma ceza, suçlunun suçuna rızadır.”
Arıkan, cezaevlerinden dalgalar hâlinde tahliyeler beklediğini söyleyerek, “100 bin, 150 bin ya da 200 bin hükümlü infazdan yararlanıp tahliye ediliyor ancak bir yıl içerisinde aynı suçlar daha fazla insan tarafından yeniden işleniyor.” sözleriyle düzenlemenin kalıcı çözüm üretmediğini ifade etti. Asıl sorulması gereken sorunun, “Nasıl oluyor da her sene 150–200 bin kişi suç işleyip cezaevine giriyor?” olduğunu vurguladı.
İktidarı, “cezaevlerinden adli suçluları tahliye edip, siyasi muhaliflere yer açmak”la suçlayan Arıkan, çözümün yasal yamalarda değil, “ahlak ve maneviyat şuuruna dayanan bir toplum inşa etmekte” olduğunu savundu:
“Biz sizleri bir kez daha uyarıyoruz; önce ahlak ve maneviyat şuuruna dayanan bir toplumu inşa etmeye öncelik vermezseniz hiçbir suçun önüne geçemezsiniz! Fabrika yerine cezaevi, okul yerine ıslah evi, araştırma merkezi yerine uyuşturucu ile mücadele merkezi açmak zorunda kalırsınız.”
Mahmut Arıkan, yargı paketi eleştirisini, ülkedeki genel özgürlük ortamına dair değerlendirmeleriyle birleştirdi. Türkiye’de aynı anda hem özgürlüklerin hem de yasakların konuşulduğunu belirterek, siyasi davalar ile ağır suçlar arasındaki dengesizliğe dikkat çekti:
“İktidar ülkemizi öyle bir noktaya getirdi ki; Türkiye’de özgürlükler ve yasaklar aynı anda konuşuluyor. Neyin serbest neyin yasak olduğuna, kimin serbest kimin tutuklu kalacağına hukuk değil, iktidar karar veriyor.”
Arıkan, Abdullah Öcalan’a özgürlük ve genel af tartışmaları sürerken, gazeteci Fatih Altaylı’ya verilen 4 yıllık hapis cezasını ve Selahattin Demirtaş hakkında açılan yeni davayı hatırlattı; KHK’lıların gündemde yer bulamamasını da örnek gösterdi:
“Bir tarafta Abdullah Öcalan’a özgürlük, genel af konuşulurken, diğer tarafta; Fatih Altaylı’ya 4 yıl hapis cezası verilmesi, Selahattin Demirtaş’a cumhurbaşkanına hakaretten yeni bir dava açılması, KHK’lıların hiç gündeme alınmaması başka bir plan, başka bir niyet, başka bir dizayn mı var; sorularını akıllara getiriyor.”

Grup konuşmasının ilk bölümünde 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’ne değinen Arıkan, iktidarın attığı adımları yetersiz buldu. “Temel insan haklarından mahrum bırakılan, yalnızlaştırılan, damgalanan milyonlarca engelli ve ailelerinin sorunları için atılan adımlar hâlâ yetersizdir.” diyen Arıkan, yetki verilmesi hâlinde izleyecekleri engelli politikasını madde madde sıraladı.
Engelli bireylerin eğitim ve sosyal imkânlarının hayatın tüm evrelerine yayılacağını, kamuda ve özel sektörde engelli kotalarını artıracaklarını, “boş kadroların ivedilikle doldurulacağını” söyledi. Engellilere kendi mesleklerinde iş verilmesi, yapamayacakları işlerin teklif edilmemesi, engelli aylıklarında “hane geliri” kriterinin kaldırılması ve evde bakım hizmeti verenlerin sosyal güvenceye kavuşturulması da Arıkan’ın verdiği sözler arasında yer aldı.
Okullar ve turistik tesislerin tam erişilebilir hâle getirileceğini, ortez ve protez gibi tıbbi cihazların “devlet güvencesiyle ücretsiz karşılanacağını” belirten Arıkan, özellikle engelli çocuk sahibi ailelere seslendi:
“Engelli çocuklara sahip anneler, babalar. Biliyorum ‘benden sonra çocuğuma kim bakacak’ endişesi taşıyorsunuz. Söz veriyorum, bizim iktidarımızda, çocuklarınız bize emanet olacak.”
Arıkan, ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Tom Barrack’ın Heybeliada Ruhban Okulu sözlerini de gündeme taşıdı. Barrack’ın, Yunanistan’dan yaptığı, “Hedefimiz, Eylül 2026’da Heybeliada Ruhban Okulu’nu yeniden açmaktır.” şeklindeki açıklamasını “Türkiye’nin egemenlik haklarına pervasız saldırı” olarak niteledi:
“Burada asıl mesele; Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarına yapılan pervasız saldırıdır! ABD Büyükelçisi kim oluyor da, Türkiye’deki bir okul hakkında çıkıp, sanki kendi mülkü üzerinde tasarrufta bulunuyormuş gibi ‘hedef’ koyabiliyor?”
Bu tartışmanın Ortodoks vatandaşlarla ilgili olmadığını vurgulayan Arıkan, itirazlarının bu meselenin Türkiye’ye karşı bir “dış baskı aracı”na dönüştürülmesine olduğunu söyledi. Hükümetin sessizliğini de eleştiren Arıkan, “Bu hadsizliğe karşı neden suskunsunuz? Bir büyükelçi, Yunanistan’dan Türkiye’ye takvim dayatırken, sizin sessizliğiniz yoksa ‘ikrar’dan mı geliyor?” diye sordu.
Büyükelçinin üslubunu, “Sömürge valisi edası” sözleriyle eleştirerek, “Tom Barrack’ın bir gün Bahreyn’den, bir gün Şam’dan, bir gün Atina’dan Türkiye’ye ayar vermeye kalkışmasını kabul etmiyor, reddediyoruz.” ifadelerini kullandı.

Konuşmasında Papa’nın Türkiye ziyaretinin ardından Lübnan’a gittiğini hatırlatan Arıkan, kendilerinin de Saadet Partisi heyetiyle Lübnan’daki Filistin kamplarını ziyaret ettiklerini anlattı. Lübnan’da 12 Filistin kampı bulunduğunu, bu kamplarda “çok zor şartlar altında yaşam mücadelesi verildiğini” söyledi.
Milli Görüş hareketi olarak iki proje hayata geçirdiklerini belirten Arıkan, bunları “Erbakan Hocamızın adını taşıyan Meslek Edindirme Eğitim Merkezi” ve “Temiz Kamplar Çöp Toplama Projesi” olarak açıkladı. Meslek merkeziyle kamplarda yaşayanlara sürdürülebilir bir yaşam imkânı sunmayı hedeflediklerini, çöp toplama projesiyle de özel dizayn edilmiş araçların hizmete alındığını ifade etti.
“Türkiye’den beklenti çok büyük. Hem tarihî bağlarımız hem de bölgede üstlendiğimiz misyon gereği, Türkiye’nin yapacağı her iş, söyleyeceği her söz dikkatle takip edilmekte. Ancak Türkiye üzerine düşeni -maalesef- yerine getirememektedir. Biz Milli Görüş olarak, Filistinli kardeşlerimizin yanındayız, olmaya da devam edeceğiz.”
Uluslararası Milli Görüş Yardım Organizasyonu’na, yöneticilerine ve gönüllülerine de teşekkür eden Arıkan, bu tür projeleri “insanî ve ahlaki sorumluluk” olarak gördüklerini kaydetti.
Arıkan, konuşmasında iktidarın yürüttüğü “Terörsüz Türkiye” başlıklı sürece de değindi. 1 Ekim 2024’te MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Partili milletvekilleriyle tokalaşmasıyla görünür hale gelen sürecin, sonrasında Bahçeli’nin çağrıları ve İmralı ziyaretleriyle şekillendiğini söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Terörsüz Türkiye’nin kazananı 85 milyon olacak.” sözlerini hatırlatan Arıkan, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda yer alma gerekçelerini bu hedefe bağladı:
“Bizim bu sürece destek vermedeki amacımız tam olarak budur. Süreç bozulsun istemiyoruz ama her şey Komisyon ve Ada arasında bir oyalamaya dönsün de istemiyoruz.”
Arıkan, sürecin şeffaf yürütülmesi, kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi, düşünce ve ifade özgürlüğü üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması ve muhaliflere yönelik gözaltı uygulamalarına son verilmesi çağrısında bulundu:
“Yargının muhalifleri susturmak ve cezalandırmak için kullanışlı bir aparat olmasına sebep olmayın. Çözümü ABD ve İsrail’den gelen telkinlerde değil, bölge ülkeleri ile hakkı üstün tutan bir anlayışla, samimi bir şekilde arayın. Sesimizi duyun, önerilerimizi dikkate alın, kandırmacadan, oyalamacadan, algı yönetiminden vazgeçin.”
Saadet lideri, son dönemde artan zehirlenme vakaları ve iş güvenliği skandallarını da gündeme getirdi. Kasım ayının “zehirlenme vakalarıyla” geçtiğini söyleyen Arıkan, restoran ve kafelere yapılan baskınların geç kalmış adımlar olduğunu belirtti:
“Öncelikle halk sağlığı sadece zabıta baskınları ile sağlanamaz! Çözüm baskın değil, sistemli denetimdir. Kafelerin, restoranların, kasapların yani halk sağlığını ve gıda güvenliğini ilgilendiren birçok yerin denetlenmesi için illa canlarımızı vermemiz mi gerekirdi?”
Maden göçükleri, otel yangınları, kaçak depolarda yaşanan patlamalar ve ilaçlama faciası gibi örnekleri art arda sıralayan Arıkan, “Bu ülkede insanımız ölmeden denetim ve takip yapılmayacak mı?” diye sordu. İktidarı sadece sonuçlar üzerinden konuşmakla eleştiren Arıkan, “Bir kez de felaketten önce önlem alın!” çağrısında bulundu:
“İktidara bakıyoruz! Olaylar yaşanırken hiç gıkları çıkmıyor! Süreçte hiç yoklar. Hep sonuçlar üzerine konuşuyorlar. Mış gibi yaparak devlet yönetilmez! Bizim; yangına, göçüğe, zehirlenmeye verecek canımız da tahammülümüz de kalmadı!”
Arıkan, ekonomiye ilişkin bölümde asgari ücret ve emekli maaşlarına odaklandı. Türkiye’de 16 milyon kişinin asgari ücretle çalıştığını hatırlatan Arıkan, bu ücretin alt sınır olmaktan çıkıp “temel ücret” haline geldiğini söyledi. İktidarın zamları “otomatiğe bağladığını”, ancak asgari ücretliye ve emekliye gelince “bin dereden su getirdiğini” savundu:
“Komisyonlar toplanıyor, müzakereler yapılıyor, masalara oturuluyor, masalardan kalkılıyor; adeta tam bir tiyatro sahneleniyor. Vatandaştan alırken kepçeyle alan iktidar, vatandaşa verirken kaşıkla bile vermiyor.”
Açlık sınırının 29.828 TL’ye yükseldiğini belirten Arıkan, buna karşın 26–28 bin TL bandında bir asgari ücret tartışılması için “Cumhuriyet tarihinde bir ilk” ifadesini kullandı:
“Cumhuriyet tarihinde yine bir ilk gerçekleşiyor ve açlık sınırının altında bir asgari ücret tartışılıyor!”
Emeklilerin durumuna da değinen Arıkan, geçinemediği için çalışmak zorunda kalan 8 milyon emekli olduğunu, iş kazaları ve kalp krizi sonucu hayatını kaybeden emeklilerin hikâyelerini örnek verdi. Emekli maaşlarının, açlık sınırının yarısına denk geldiğini söyleyen Arıkan, emeklilerin çay ocağında oturacak parayı bile bulamaz hâle geldiğini ifade etti:
“Bu amcalarımız niye bankta oturuyor? Çünkü artık bu ülkede, emeklimizin aldığı maaş çay ocağında çay içmesine bile izin vermiyor. O yüzden, bu amcalarımız belediye parkında, yaptığınız millet bahçelerinde çay parası bulamadığı için bankta oturuyor.”
Almanya’dan Türkiye’ye tatile gelen emeklilerle karşılaştırma yapan Arıkan, “Hasan amca bankta, Hans amca şezlongda.” sözleriyle tabloyu özetledi.
Arıkan, iktidarın büyüme söylemini de eleştirdi. “%3.7 büyüdük, milli gelirimiz 1,5 trilyon dolar oldu, kişi başına gelir 17 bin dolara yükseldi.” sözlerinin sokaktaki vatandaşa yansımadığını savundu:
“Şimdi sormak lazım; emekli Hasan amca ve asgari ücretli Ali kardeşim bu büyümenin neresinde? Niçin, asgari ücretlimizin bundan haberi yok? Niçin emekli Hasan amcanın payına millet bahçesinde banklarda oturmak düşüyor?”
Bütçenin, küresel sermayeye ve faize kaynak aktardığını iddia eden Arıkan, 2026’da faize ödenecek tutarın 2 trilyon 741 milyar lira olduğunu vurguladı. Bütçede 3 trilyon 597 milyar liralık “vergi harcaması” bulunduğuna dikkat çekerek, bunun “silinecek vergi” anlamına geldiğini ve büyük sermaye için avantaj sağladığını öne sürdü.
Gelir vergisi, ÖTV, KDV ve kurumlar vergisi hedeflerini sıralayan Arıkan, yükün yine yoksul ve sabit gelirlilerin sırtına yüklendiğini savundu:
“Yani yoksuldan, dar gelirliden, sabit gelirliden, küçük işletme sahiplerinden alınacak. Yine faize ve küresel sermayeye aktarılacak. Tüm bunlardan sonra Sayın Şimşeğin: ‘Bütçe arzuladığımız yere geldi’ demesi bizi ciddi şüpheye düşürdü. Sizin arzuladığınız, milletimizin kaynaklarını faizcilere, yandaşlara aktarmak mı?”
“Ekonomik kriz yok, geçimi iktidar eliyle krize sokulan insanlar var.” diyen Arıkan, “Hepimiz aynı gemideyiz” söylemine de itiraz etti ve bu bütçeden “mutlu azınlığın” yararlandığını söyledi.
Mahmut Arıkan, konuşmasının sonunda iktidarı, “suçluyu affedip düşünceyi hapseden, müteahhidi koruyup depremzedeyi unutan” bir çizgi izlemekle suçladı. Saadet Partisi’nin tarafını ise şu sözlerle tanımladı:
“Biz, annelere ‘benden sonra çocuğuma ne olacak’ dedirtmeyen bir devlet için varız. Biz, suçlunun değil masumun korunduğu bir adalet için varız. Biz, asgari ücretlinin açlığa mahkûm edilmediği bir düzen için varız. Engelli kardeşimin umudu biziz. Emekli amcamızın güvencesi biziz. Filistinli mazlumun sesi biziz. Biz, terörün de, yoksulluğun da, adaletsizliğin de bu topraklardan sökülüp atılmasını istiyoruz.”
Konuşmanın merkezinde ise, 11. Yargı Paketi’ne yönelik şu uyarı cümlesi kaldı:
“Gerçekte yaptığınız; ahlaklı vatandaşa, kurala uyan masuma ceza, suçlunun suçuna rızadır.”