Dünya tarihi insan ve insan topluluklarının taşkınlıkları ile doludur. İnsanın yaratılışı da zaten böyle bir duruma müsaittir. İnanç, ahlak ve bunlardan kaynaklanan adalet insanı bu anlamda aşırılıklardan uzak tutan en önemli unsurlar olagelmiştir. Eğer bir kalpte iman gibi bir nur olmazsa ve o kalp düzenli olarak irfanla beslenmezse, böyle karanlık bir kalpten sadece fitne fesat, zulüm ve taşkınlığın ortaya çıkması kuvvetle muhtemel olur.
Modern Batı medeniyetiyle birlikte insanlık, tarihte görülmemiş bir dejenerasyona uğramış durumda. İçinde bulunduğumuz dönem, olumsuzlukların, pandemi örneğinde olduğu gibi, küresel bir boyut kazanmış olması yönüyle önceki dönemlerden oldukça farklı. İnsanlar kendilerini kayıtlı hissedebilecekleri herhangi bir otorite kabul etmiyorlar. İstek ve arzuları ile heva ve heveslerine tâbiler. Kendilerini yaşadıkları hayatın merkezine koyuyorlar. İnanılmaz bir bencillik ve neredeyse Firavunlara taş çıkartacak bir egoizmleri var. Ahlaki yoksunlukları onları tarifi imkânsız bir menfaatperestlik girdabına çekmiş durumda. O girdapta debelenip duruyorlar. İçinde bulundukları halin ve neyi kaybettiklerinin farkında değiller. Tüm çabaları, hınçları, hırsları, ihtirasları, bencillikleri az-biraz kalmak için geldikleri dünya hayatının geçici hazlarından görece biraz daha fazla istifade etmek için. Nereye gittiklerinin ve nasıl bir gidiş içerisinde olduklarının ayırdına varmadan hakikat aynasına bakmayıp kendi eksikliklerini görmezden gelerek, başkalarının kusur müfettişliğine soyunuyorlar.
Bencil ve menfaatperest insanlar, oldukları gibi görünen ve göründükleri gibi olabilen insanlar değildir. Menfaatperestlik, bu anlamda insanın tabiatını bozan, onları kendi çıkarları söz konusu olduğunda ikiyüzlü hale getiren bir vasıftır. Sözgelimi, bencil ve menfaati peşinde olan insanların, adalet hissi gelişmemiştir. Onlar adaleti uygulamak ya da en hafif tabiriyle hakkı savunmak, şayet kendi menfaatlerine uymayacaksa, dahası ona zarar verecekse, adaleti ve hakkı savunmaktan bile geri kalmayı tercih ederler. Bir yandan böyle davranırken, bir yandan da sözde adil ve hakkaniyetli olmanın faziletlerinden dem vurmaktan da geri kalmazlar. Zarar kendilerine dokunduğunda, ortalığı ayağa kaldırmak için her şeyi yaparken, başkaları söz konusu olduğunda sağır, dilsiz ve vurdumduymaz kesilirler.
Bencillik ve menfaat odaklı hareket etme alışkanlığı, toplumda diğerkâmlığı ortadan kaldırır. Başkasını dikkate alma, başkasının derdini paylaşma, sıkıntısını kendi sıkıntısı bilme gibi İslam ahlakının ortaya koyduğu kardeşlik esaslarını yok saymak ve görmezlikten gelmek, toplumsal bir çözülmenin en görünür işaretlerindendir.
İyi bir toplumda yaşamanın en önemli unsurlarından biri, herkesin iyi bir insan olmayı arzu etmesi ve bunun gereğini yerine getirmeye çalışmasıdır. Başkalarının olumsuz ve adaletsiz davranışları, toplumdaki her bir insanı ilgilendirdiği vakit, iyi bir toplumda yaşamaya hazır olmuş oluruz. Çünkü iyi bir toplum oluşturmak için sadece bizim iyi olmamız yetmez; herkesin ya da çoğunluğun iyi olması gerekir. Bunun için de, herkesin kötülük hususunda aynı hassasiyeti göstermesi ve iyilik noktasında birbirini destekleyici olması icab eder.
Aksi takdirde, bu gidişat ne fert ne de toplum için iyi bir gidişat olur. Her birimiz, iyiliği emretmeyi ve kötülükten sakındırmayı kendimize misyon edinmediğimiz müddetçe bu gidişatın sorumluluğunu üzerimizden atamayacağımızın bilincinde olmak durumundayız. Çünkü Allah bizim hem kendimize hem de çevremize bir ahenk getirmemizi istiyor ve bizi yazının başlığında tercümesini kullandığım ayetle uyarıyor:
‘fe eyne tezhebûn…’!
Yeni bir yazıda buluşmak ümidiyle Allah’a emanet olunuz.