Filiz Has

Fabrika Ayarları

Fabrika Ayarları


Filiz Has


Fabrika Ayarları

Fabrika Ayarları


Biz eski biz miyiz? Aslında bize ve ülkemize neler oluyor? Hayatımızda 20 yıldır neler değişti? Mevcut iktidar, seçildiği günden günümüze gelene kadar birçok insanın hayatını baştan aşağı değiştirdi. Kimini yukarı doğru kimini ise aşağı yöne doğru hızla giden bir kamyon misali…

Yukarı yönlü olanlar, genellikle kendine oy veren sıradan seçmenler ki pastadan aslında en az payı alanlar onlar; zira birebir pastanın kremasını yalayan daha ayrıcalıklı bir kesimden söz etmek mümkün. Kimler yok ki bu grupta? Çeşitli müteahhitler, iş insanları, medya çalışanları ve her alandan birçok kişi… Servetlerinin hesabını bugün tam olarak hesaplayabilen yok sanırım. Bizler de bilmiyoruz doğrusu; medyada okuduklarımız hepsi…

Aşağı yönlü olanlar ise hem kendine oy vermeyenler, karşıt görüşlüler hem de kendilerini ve icraatlarını eleştirenler ya da rant savaşında işbirliği yapmak istemeyenler…

Keşke asıl mesele sadece bu olsa… İktidar, hem ülke içi hem de ülke dışında o kadar fazla ve her şeyin fabrika ayarlarıyla oynadı ki şimdi ülke toprakları, ne alışkın olduğu tarımsal ürünleri, ne alışkın olduğu ağacı, börtü, böceği ne de üzerinde koşup otlayan hayvanları bulabiliyor. Yıllardır, bağrından doğurmaya alışkın olduğu tarımsal ürünler yerine bağrını delip geçen temelleri kazılmış binalarla dolup taşıyor. Toprağın fabrika ayarları ile oynadığınızda maalesef bu durum ülkede yaşayan her bir insanın hatta hayvanın hayatını da doğru orantılı olarak olumsuz yönde etkiliyor. Hayvanların yediği saman! İthal ediliyor bu ülkede… Düşünebiliyor musunuz? Çalı soksan ağaca dönüşecek kadar bereketli topraklarda, ot yetişmiyormuş gibi samanı ithal eden bir ülke olduk biz…

Memleket toprağında, bırakın bizden önceyi dedelerimizin 15 göbek öncesinden gelen dedelerini görmüş zeytin ağaçları bile, dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya bu günlerde… Bu topraklarda artık zeytin yetişmeyeceğini düşünebiliyor musunuz mesela? Onu da tıpkı diğer her şey gibi ithal etmek zorunda olduğumuzu… Ne için üstelik? Birileri yer altı madenlerini istiyor diye… HES santralleri ve nükleer santral meselesini söylememe gerek yok sanırım. Onlar da doğanın katledilmesi için yeterli nedenlerden birkaçıydı.

Ülke içinde memurun, hukukçuların, işçinin, çiftçinin, fırıncının, doktorun, hemşirenin, hasta bakıcının, esnafın ayarlarıyla oynanınca kimsenin kimseye saygısı da anlayışı da kalmadı. Bugün geldiğimiz noktada, “insanlık nereye gidiyor” sorusunun cevabını ararken aslında ilk bakmamız gereken yerlerden biri de budur. Özünü kaybetti insanlık… Herkes o kadar kendi başının derdine düştü ki kimse bir başkasının ne durumda olduğunu o kadar da önemsemiyor artık. Türk toplumu olarak, bu coğrafyada bizim en belirgin özelliklerimizden biri yardımseverlik, empati, merhamet iken şimdi televizyonu açtığınızda eğer yüreğiniz kaldırır ve bir haber kanalı açarsanız, birçok vahşet içeren habere denk gelebilirsiniz. Bilge meslekler arasında ilk sırada yer alan “doktorluk” mesleği bile bugün iktidarı elde tutan kesim tarafından “beğenmeyen çeker gider” denilerek “değersizleştirilmiş” bir meslek konumuna sokuldu. Doktorlardan bahsediyoruz; limon, mercimek hatta ayçiçek yağı ithal etmeye benzemeyen, saksıda, dalda yetişmeyen ve en az 10 yıl zorunlu eğitimiyle hayatını vakfetmen gereken bir meslekten bahsediyoruz.

Ülkece ayarlarımızla oynandı! Yediğimiz gıdalar, “paramız var ki alıyoruz” denilerek A-Z’ye ithal edilirken GDO’lu ürünlerin fıtratımıza neler yaptığını bilemeyiz. Peki bu da aslında hani şu hiç dillerden düşmeyen beka sorunlarından biri de değil mi aslında? Yurt dışından gelen et, süt, tahıl hatta bin yıldır bu topraklarda varlığını sürdüren ayçiçeğin yağı dâhil, genetik yapımızı; fabrika ayarlarımızı değiştirmiyor mudur sizce?

Sadece içeride değil; mevcut iktidar dışarıda da kafaları karıştırıyor. Bir gün düşman ilan ettiği ülkeye yarın “dostum” diyerek kollarını açıyor. Ülkelerarası ilişkilerdeki bu reanimasyon çabasının iyi niyetini elbette anlamaya çalışıyoruz. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günden bu güne uzanan ve köklerini kadim tarihinden alan devlet geleneği, bu dış ilişkilerdeki gelgitlerle örtüşmüyor. Kendileriyle bir öyle bir böyle komşuluk ilişkileri yürütülen ülkelerin de bu git gel durumlardan hayli kafası karışmış ve bizimle ilişkilerinde ayarları bozulmuş olabilir.

Bir gün yeni bir seçim olması ve yeni bir iktidarın görev başına gelmesi, bu işe çözüm olur mu? Bilemiyorum… Çünkü asıl önemli olan, gerçekten bu ülkenin kuruluş amacına ve ilkelerine uygun yönetim olmasıdır. Aksi takdirde, ülke yönetimine kimin geldiği ya da kimin gittiği değil, zihniyetin fabrika ayarlarının yerinde olması önemlidir.

 

Sevgiyle kalın…