Filiz Has


“Sürtüklük” Meselesi

“Sürtüklük” Meselesi


Bundan 9 yıl önce Taksim'deki Gezi Parkı’nda ağaçların kesilmesiyle başlayan olaylar, insanların uğradıkları haksızlıklara, baskılara ve adaletsizliklere karşı verdiği büyük bir mücadeleye dönüşmüştü. Bu eylemlerde birçok insan yaralandı, birçok insan hayatını kaybetti… Sokaklarda yankılanan “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” sloganları hala kulaklarımda çınlıyor…

O günlerde olayların ateşini sürekli harlayanlar, insanları kışkırtan ve daha da fazla sokağa dökenler, bugün de iktidara sahip olan ve ülkeyi yönetenlerdi. Dışarıdan birileri gelip ülkeyi karıştırmadı ama elbette bu ülkenin kurulduğu günden bu güne provakatörler hep olmuştu, o günlerde de mutlaka vardı. Bugün, her ağzını açtığında ya da her ulusa seslenişinde kendilerinden olmayanlara verip veriştiren hükümet, o günlerde de durumun hassasiyetine rağmen aynı davranışları sergiliyordu. Hiç unutmuyorum; rahmetli Ayşen Gruda, büyük bir samimiyetle bugünkü Cumhurbaşkanı’na telefon bağlantısında canlı yayında sesleniyordu ve “Lütfen yapma, senden rica ediyorum yapma!” diyordu… Buna rağmen iktidar eliyle her gün insanlar kışkırtılmaya devam ediyordu.

İnsanlar, Gezi Direnişi günlerinde hükümet ve halk olarak ikiye bölünmüştü sadece: Gezi direnişçileri ve iktidarın “benim polisim” dediği Polis Teşkilatı vardı taraflar olarak yalnızca… O zamanlar halkın üzerine su sıkan, biber gazı atan polislerin arasında bile Gezi direnişçilerini içten içe haklı bulan ve bunu yakın temasta direnişçilere itiraf edenler bile vardı… Çünkü polisler o zaman da bugün de iktidara değil; halka aitti ve yalnızca halkı korumak için vardı…

Geldiğimiz noktada artık sadece iki taraf değiliz… Çünkü gittikçe iktidar eliyle derinleştirilen kutuplaştırmada, iktidar, iktidar yanlıları, Suriyeliler, muhtelif Ortadoğulu göçmenler, iktidarın resmi ve gayrı resmi kolluk kuvvetleri, adalet sistemi, yandaş medya, ülkeyi parsel parsel işgal eden Arap ülkeleri var. Diğer tarafta gariban, elinde oy vermekten başka hiçbir hakkı kalmamış olan halk; o da şimdilik elinde zira SADAT adı verilen ve iktidarın gayri resmi kolluk kuvveti vazifesi olarak adı geçen kurum,  geçtiğimiz günlerde “sandıktan çıkan sonuç AKP aleyhine olursa tanımayız” gibi bir açıklamada da bulunmuştu. Eğer hal böyle olursa, o oyların da akıbeti şu an için ne olacak bir şey demek mümkün görünmüyor. Halk, tüm bu haksızlıkların karşısında ve tek başına yer alıyor.

9 yıl önce, durum şimdiki kadar vahim bile değilken sokaklarda geceler günlerce hakkını arayan, dayak yiyen, biber gazı yiyen halka “çapulcu” diyen AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, bugün ülkenin durumu daha da içler acısı bir haldeyken direnişin 9. Yılını anmak isteyenlere “sürtükler, çürükler” ifadesini kullandı… Kendisi için söylenen ve hakaret bile içermeyen hiçbir söze, davranışa tahammülü bile olmayan parti lideri, nasıl oluyor da hiçbir fırsatı kaçırmadan halka sürekli üst perdeden hakaret etme hakkını kendinde buluyor? Ülke artık padişahlık sistemi ile yönetiliyor, üstelik birileri padişah biz de onun kulları olduk ve haberimiz yok mu acaba? Çünkü durum onu gösteriyor…

İnsanları bu denli yoksulluk, zamlar ve adaletsizliklerle baskılayıp yönetmek elbette kolay… Çünkü kapitalizm ve diktatörlük budur zaten… Toplumu cahil bırakırsınız, sorgulamaz! Aç ve yoksul bırakırsınız, sorgulamaz! Elinden her şeyini alırsınız, artık sorgulamak ister ama bu defa da yapacak hiçbir şeyi kalmamıştır…  

Bu ülke Atatürk’ün kurduğu ve “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” dediği Türkiye Cumhuriyeti. Burası Arap çölleri değil, biz de Bedevileri değiliz… 9 yıl önce Atatürk’ün kurduğu ülke, elimizden kayıp gitmesin diye Gezi Parkı direnişinde sokaklara dökülmüştük biz... Burası hala Atatürk’ün Türkiye’si biz de “Efendiler” diye hitap ettiği milletiyiz… “Sürtük” hiç değiliz…

Unutanlar için hatırlatmak istedim…