Ahmet Taşgetiren


Bahçeli Öcalan’a ne diyecek?

Bu defa DEM, biraz da İmralı’ya gidip gelmenin ardından “Komisyon neden Öcalan’la da görüşmesin” düşüncesini seslendirdi. İmralı’ya gidip gelmenin ardından olması, “talebin Öcalan’dan geldiği” izlenimini de veriyordu.


Bir ara “Öcalan İmralı’dan çıkıp hayata karışacak mı?”yı tartışıyorduk. O zaman İmralı’dan “Zaten Öcalan’ın İmralı’dan çıkmak gibi bir arzusu da yok” gibi cevaplar veriliyordu. “Yeter ki barış olsun”du.

Sonra DEM tarafından Meclis Komisyonu’ndan bir heyetin Öcalan’ı ziyareti gündeme getirildi. “Barış sürecinin asıl başlatıcısı o idi ve onunla neden görüşülmesindi?”

Sürecin iktidar tarafında başlama vuruşunu yapan MHP lideri “Öcalan gelsin DEM grubunda konuşsun” demişti. Sonra bunun Meclis’in Öcalan’ı meşrulaştırması anlamına geleceği itirazları geldi ve o teklif tavsadı.

Ardından Meclis Komisyonu’nun pek çok çevreyi dinlemesi süreci devreye girdi, onlarca insan – grup dinlendi.

Bu defa DEM, biraz da İmralı’ya gidip gelmenin ardından “Komisyon neden Öcalan’la da görüşmesin” düşüncesini seslendirdi. İmralı’ya gidip gelmenin ardından olması, “talebin Öcalan’dan geldiği” izlenimini de veriyordu.

Bu teklif, “Meclis teröristin ayağına mı gitsin?” itirazını getirdi. Hangi parti gitmeyi gerekli görüyordu, kim karşı çıkıyordu?

DEM talebi heyecanla seslendiriyordu.

Numan Kurtulmuş ortalarda dolaşıyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti cenahı sessiz bekleyişteydi.

Toplumdan bu talebe tepki geliyordu.

En nihayet Ekim 2024’te grup konuşmasıyla başlama vuruşunu yapan Bahçeli, yine bir grup konuşmasıyla “Ben giderim” diyerek flaşı patlattı. Bahçeli’nin o cümleleri şöyle:

“Günlerdir süregelen İmralı’ya gidilsin mi, gidilmesin mi tartışmalarına bir nokta koyulmalıdır. Şayet Meclis’te kurulan Komisyon bu çerçevede karar alamazsa, hiç kimse bu ziyarete yanaşmazsa, herkes üç maymunu oynamanın merakında ısrar ederse, açık açık söylüyorum, alırım yanıma üç arkadaşımı, kendi imkanlarımızla İmralı’ya gitmekten gocunmam, çekinmem, bir masa etrafında yüz yüze gelmekten de imtina etmem. Karanlıkta göz kırpmam, ipe un sermem, söyleyeceğim ne varsa mertçe, özgüven içinde muhatabımın gözünün içine baka baka söylerim.”

Şimdilerde “Bahçeli’nin sözleri kime cevap?” konusu tartışılıyor. Üç maymunu oynayan kim, karanlıkta göz kırpan kim, ipe un seren kim?

Bahçeli “üç arkadaşını alıp gidecek İmralı’ya, bir masada karşı karşıya oturacak ve Öcalan’ın gözünün içine bakarak, mertçe, özgüven içinde söylenmesi gerekeni söyleyecek?”

Soru şu: Öcalan’la görüşmeye gitmek ona bazı şeyleri söylemek için mi, onun söyleyeceklerini dinlemek için mi?

Tabii ki öncelikle “devlet adına açıktan muhatap alma” olayı söz konusu. Yoksa devlet birimlerinin Öcalan’a söylenecekleri söyledikleri de, onun söyleyeceklerini dinledikleri de bir gerçek. Yani özel zeminlerde hiçbir şey konuşulmadan mı gelindi yeni süreç denen şeye? Yani Bahçeli, İmralı’dan ya da Kandil’den hiçbir sinyal gelmeden mi başlattı son süreci?

Şimdi işin “Öcalan’ı resmi muhatap alma” safhası geliştirilmek isteniyor. Diyelim o da oldu, Bahçeli gitti İmralı’ya, ya da MHP’den bir heyet gitti, ondan sonra hangi safhaya geçilecek?

Elif Çakır “Sayın Bahçeli’yi avuçlarım patlayıncaya kadar alkışladığımı söylemeliyim. Gerçek vatanseverlik işte budur” diyor dünkü yazısında… “MHP lideri Bahçeli elinde balyozla ülkemizin Berlin Duvarlarını yıkıyor; sistemi bloke eden korku duvarları, tabu alanları ne varsa yıkılması gereken büyük bir cesaretle balyozu oraya vuruyor” da diyor.

Şaşırtıcı şüphesiz Bahçeli’nin çıkışı. Ama ben “avuçlarım patlayıncaya kadar alkışlama” heyecanı duymadım, açıkça söyleyeyim.

Sebebi de şu: Sayın Bahçeli’nin grup konuşmalarına yansıyan öfkesi Öcalan söz konusu olunca “kurucu önder” kucaklamasına dönüşürken, mesela İBB soruşturması söz konusu olduğunda “yargısız infaz” niteliğine bürünebiliyor.

Hakşinas olmalıyım, “dâvâ bütünüyle tv’lerde yayınlansın” diyor, “gerçek ortaya çıksın, herkes görsün” diyor ama, “Ancak“ diye başlayan ifadelerle şunları da söylüyor:

“Ancak bariz ve aşikar olan bir hususun altını kalın şekilde çizmenin de büyük bir ihtiyaç olduğu düşüncesindeyim. O da şudur: Aziz Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi, adına eko-sistem denilen, bununla mündemiç organize suç örgütü olduğu ileri sürülen mafyalaşmış bir oluşum tarafından, belediyenin kaynakları, yani devletin parası kullanılarak bedeli mukabilince satın alınmıştır. İş bununla da kalmamış, müteakiben Türkiye’nin satın alınması konusunda ahlâk ve yasa dışı rüşvet, ihalelerden komisyon ve yolsuzluk fırtınası esmeye başlamıştır. Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçiminin finansmanı amacıyla dehşet verici, dahası hırs ve ihtirasla perçinli gayri meşru, gayri hukuki bir tertip ve teşebbüsün içine girilmiştir. Zanlılar bellidir, ifadeler ve itirafçılar bilinmektedir. Türkiye’yi satın almak için rüşvet ve yolsuzluk kulvarından mıntıka temizliğine soyunanlar çok geç olmadan yakayı ele vermişler, Türk devletinin CHP kongreleri gibi satılık olmadığını çok şükür göstermişlerdir. Bize göre iddianamenin özü ve özeti budur.” “İddianamenin özeti budur” deyip kaçamak bir cümleye sığınılırken “CHP’nin mafyalaşmış bir örgüt tarafından satın alındığı, ardından Cumhurbaşkanlığı seçimi ile devletin de ele geçirileceği” iddiasını sahiplenmek, bende bir “adalet – hakkaniyet hassasiyeti” düşüncesi uyandırmıyor, dolayısıyla “avuçlar patlayıncaya kadar alkışlama” heyecanına da yol açmıyor.

Burada son olarak şunu söylemek isterim: Hani “İmralı mahkûmunun zaten İmralı’dan çıkma gibi bir isteği yoktu” ya, şimdi de düşüncelerini devlete bildirdiğine göre “devleti ayağına getirmek” gibi bir fanteziden ya da “Bakın nasıl kurucu önderin ayağına geldiler” pazarlamasından vazgeçsin… Barış olsun tabii ki, ama bunun adı “Öcalan barışı” olmasın. “Bebek kanı” var ya onun ellerinde…

https://www.karar.com/yazarlar/ahmet-tasgetiren/bahceli-ocalana-ne-diyecek-1605928