Bugün bayram, ‘Ramazan Bayramı’…
Ukalalık olacak ama yine de sorayım: Bayram ne demek?
Sorunun ukalalık kokusu taşıması herkesin cevabını bilmesinden…
Yine de sözcüğün ne anlama geldiğini ‘Kubbealtı Lugatı’ diye de bilinen ‘Misalli Büyük Türkçe Sözlüğü’nden örnekleri de koruyarak aynen aktarayım:
“i. (Eski Türk. baḏram – bayram; kökü kesin olarak belli değildir) [Kelime Rusça’ya, Kafkas ve Balkan dillerine de geçmiştir]
1. Milletçe sevinç içinde kutlanan, dînî veya millî bir anlam taşıyan kutsal gün: “Bayram tebriği.” Bayram şerefine bütün kasaba donanıyor (Reşat N. Güntekin). Bayram sabâhı bile olsa / Sensiz doğan günü neyleyim (Câhit S. Tarancı).
2. mec. Büyük sevinç, sevinç vesîlesi: “Onun gelişi bizim için bayram oldu.”
Tanımdan ‘bayram’ sözcüğüyle ifade edilen zaman diliminin sevinilecek bir gün olduğu anlaşılıyor.
Sevinçli miyiz?
Kuşkuluyum.
Akif’in deyimiyle genellikle ‘yumuşak başlı’ olan, kolay kolay rahatını bozmaya yanaşmayan özelliklere sahip bizim insanımızın önemli bir bölümü, on gün boyunca, ‘uysal koyun’ görüntüsünden uzaklaşarak meydanlara koştu.
Özellikle de milletin umudu olan gençler…
Dün İstanbul/Maltepe’de herhalde son yılların rekor katılımıyla genci-yaşlısıyla Türkiye buluştu.
En son, hain bir darbe girişimi (15 Temmuz 2016) sırasında benzer bir karşı-çıkış görülmüştü.
İki karşı-çıkış, aynı hassasiyetle ilgili: Demokrasi, hak ve özgürlükler, hukuk devleti kavram ve kurumlarının tehlikeye düşme ihtimali…
Karşı-çıkışlar arasındaki benzerlik akılda tutularak yenisine verilecek tepki, meydanları, üniversite kampüslerini miting meydanına dönüştürenlere, tazyikli su, göz yaşartıcı gaz,biber gazı, plastik kurşun ve copla müdahale etmek yerine, temel kavram ve kurumların tehlikeye düşme ihtimalinin yanlışlığını gösterecek bir yumuşak üslubun benimsenmesi olmalıydı.
Öyle olmadı.
Barışçı amaçlarla gidilmiş meydanları dolduran çok sayıda genç-yaşlı gösterici bayramı gözaltında veya cezaevinde geçirecek.
Gösteriler, “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” diyen Anayasa (m. 34) güvencesi altında olduğu halde…
Pek çok ülkede, tarihin otoriterlik gerektiren dönemlerinden miras olarak, devlet ‘baba’ sıfatıyla anılır. Bizde ise devlet, herhalde şefkat uyandırdığı için olacak, tarih boyunca hep ’ana’ olarak bilinmiştir.
Biz de, sergilenen tepkilerle, devleti ‘ana’ kabul etmekten vazgeçerek onlara mı katılıyoruz?
Türk edebiyatının en önemli eserlerinden sayılan Kemal Tahir’in ‘Devlet Ana’ romanı bizim neslin zihin dünyasının oluşmasında hayli etkili olmuştu.
Sebebini, romanla ilgili internet ansiklopedisi maddesinden aktarayım:
“Devlet Ana, Türk edebiyatının önemli yazarlarından Kemal Tahir’in, 1967 yılında yayımladığı en önemli eserlerinden olan, bir tarihi romandır. Ertuğrul Bey’den Osman Bey’in batıya doğru beyliği genişletmesini ve Osmanlı Devleti’nin hangi amaçla ve nasıl kurulduğu ile ilgili süreçteki olayları konu edinir. / Kemal Tahir, bu romanıyla Batı'nın iktisadi, sosyal ve inanç kurumlarının Türk kültürünün sahip olduğu kurumlardan farklı yapıda olduğunu ve bu sebeple uyuşmadığını anlatmaya çalışır.”
Giderek bu yönden Batı’ya mı benzeyeceğiz, hatta onlardan çok daha geriye mi düşeceğiz?
Devlet Ana romanının girişine yayınevinin koyduğu notta, Kemal Tahir’in 1938’te Nazım Hikmet’le birlikte yargılandığı bir davada (1938), Donanma Komutanlığı Mahkemesi tarafından 15 yıl hapse mahkum edildiği, Çankırı, Çorum, Kırşehir ve Malatya cezaevlerinde 12 yıl yattıktan sonra, 1950 yılında -yani Tek Parti yönetimi sonrası- çıkan genel afla cezasının geri kalan kısmının bağışlandığı bilgisi de yer alıyor.
Aydınlarını cezaevlerine tıkma uygulamasının olduğu bir dönemdi o yıllar, ilk demokratik seçimle (1950) sona ermişti…
Neyse. Bir bayram günü içinizi daha fazla karartmak istemem.
Bütün okurlarımın bayramını en iyi dileklerimle kutlarım.
Umarım, Kurban Bayramı’na daha iç açıcı, daha güzel şartlarda kavuşuruz.
https://www.karar.com/yazarlar/fehmi-koru/bayrami-devlet-ana-okuyarak-degerlendirmeye-ne-dersiniz-1603370