Ümit Yaşar Oğuzcan’ın o güzel mısraları nasıl başlıyordu?
Bu kadar yürekten çağırma beni
Bir gece ansızın gelebilirim
Beni bekliyorsan, uyumamışsan
Sevinçten kapında ölebilirim.
***
Şimdi değişti bu satırlar. Yürekten 112 acil servisi çağırmayı bırak; istemesen de bir sabah ansızın geliyorlar kapına. Genelde de tahmin edildiği için bekleniyorlar zaten; uykusuz gözlerle…
Artık gazetecilik için bir kalem bir de valiz gerekiyor. Olmazsa olmaz ikili oldular. Çünkü her an polis gelir ve sabahın köründe gözaltı riski ile yaşıyorsun.
TEPAV’dan Güven Sak Hoca veriyor: Türkiye’de ‘Hukuk Endeksi’ Abdülhamit’in İstibdat Dönemi ile eşdeğer seviyede.
Eeee Abdülhamit özlemini bir şekilde gidereceklerdi; buldukları yol “istibdat” benzeri bir şey oldu.
Lakin bu yazı bu konuları içermiyor. Yani bu yazıda “bir gece ansızın gelebilirim” kısmına bakmayacağız.
Bence Türk Halkını ilgilendiren kısmı ilk satırda yatıyor: “Bu kadar yürekten çağırma beni” kısmı…
Hani ‘kötü düşünme-kötüyü çağırmış olursun’ derler ya; tam o. Bu kadar yürekten ne çağırmış olabiliriz ki; gece ansızın değil, güpegündüz açıktan açığa çıkageliyor.
Mesela TÜSİAD operasyonu çekildi; polisler kolda pozlar verdirildi. Şimdi bir de mahkemede yargıç karşısına çıkacaklar. Bu sıkıntıyı kim yürekten çağırmış olabilir? Bu soru önemli çünkü masadan kalkarken hesabı bu yürekten çağıranlar ödeyecek.
Bela üstüne bela…Sıkıntı üstüne sıkıntı.
Elbette bunun ekonomik faturası daha ağır olacak. Bunu herkes bilir. Kısa vadede değil ama orta/uzun vadede epey acımız olacak.
Hukuk-adalet yoksa ne huzur olur ne de geçim. Kural tanınmayan yerde ekmek olmaz; aş-iş olmaz. Olsa da kölelik olur; sömürü düzeni olur. Yani orada İNSAN olmaz.
Türkiye’de üretim kısmında iki temel sorun var. Bunlardan ilki son dönemin hastalığı: Üretemiyoruz.
Önceki gün sanayi üretimi açıklandı. Üretim adeta “Nass Ekonomi Modeli” döneminde yerinde sayıyor. Zaten GSYH verilerinde de büyüme ekseninde sanayinin artışı sadece yüzde 0,5…
İkinci temel sorun ise değer üretimi; yani teknolojik ilerleme. İşte orada durum daha vahim. 2007 sonrası adeta teknolojik ilerlemesi durmuş bir Türkiye var karşımızda. Yüzde 60 orta-düşük teknoloji oranı ile ihracatımızı sürdürüyoruz. Sadece yüzde 40 oranında orta ve üst teknoloji ihracat oranımız var. Bu oran 2007 yılından beri adeta yerinde sayıyor.
Oysa 1995-2007 döneminde her yıl hızlı adımlarla ilerleyen bir teknolojik düzeyimiz vardı. Onu durdurdular…
Böyle bir atmosferde kalıcı refah asla ve asla olamaz. Sadece seçim dönemlerinde seçimden sonra geri alınmak üzere verilecek rüşvetvari ücret artışları olur; o kadar…
Kalıcı fakirlik şimdilik kaldırılabilir. Oysa asıl sorunumuz sonraki kuşaklar. Hızla yaşlanıyoruz ve geriden çözük gelmiyor. Şu anki çocukları da eğitim sistemi ile yetiştirmiyor, tersine boşu boşuna okullarda yok ediyoruz.
Üniversite mezunlarının en çok iş bulduğu alanlar kasiyerlik ve moto-kuryelik. Yazık değil mi?
Ara eleman aranan eleman diyor MÜSİAD ama gerisi boş. Maalesef imam hatiplerle, boş üniversitelerle bomboş bir nesil yetişiyor. İyi yetişenler de ülkeyi terk ediyor zaten.
Kara ama kapkara bir gelecek bizi bekliyor. Bu da kesin…
Üretmeden büyüyoruz; aslında büyümüyor, tersine şişiyoruz. Artan bir değer ise hiç üretemiyoruz.
Böyle bir ortamda girişimciye polis nezdinde karakol göstermek yerine el üstünde tutacak değişimci bir ekonomi programı sunmak gerekiyordu. Mahkemeler yerine istihdamların artması gerekiyordu.
Faturayı mahkemede göstermelik hesap sorulacaklar değil; mahkemeye hiç gitmeyen ve hatta bu mahkemeleri de savunan alt kesimler asıl ödeyecek. Asıl tutsak onlar olacak maalesef.
Bu kadar yürekten çağrılan kim olabilir? Ancak ve ancak bu kadar bela ve sıkıntı yürekten çağrılarak üstümüze kara bulutlar örtebilirdi.
İşte o bulutlar her gün daha da artarak biz gece ansızın gelmiyor; yavaş yavaş her gün geliyor.
Uyumamışlar korkabilir; ya uyumuşları ne yapacağız. Bizler sevinçten değil ama korkudan epey ter dökeceğiz. Kapımızda çöpten gıda toplayanlar sevinçten mi ölüyor dersiniz. Ya çocuklarımız? Karanlık geleceğin korkusu ile şimdiden onları kurban eden büyüklerine saydırarak ölebilirler. Yani geleceklerini öldürdük… Yetmez mi?