Ahmet Taşgetiren


Bugün FETÖ yargısı yok, kim var?

O zamanın Başbakanı Erdoğan’ın “Ülke boğulur” diye tanımladığı, o günlerin Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın medya kampanyalarının vs’nin altını çizerek “Murdarlaştırma” diye nitelediği vasatla, bir süredir ülkemizin yaşadığı iklim “boğucu – murdarlaştırıcı” nitelik açısından birbirinden çok farklı mı?


Türkiye’de bir “darbeci gelenek” vardı. Asker içinde çalışıyordu. Ak Parti iktidara geldiğinde bu geleneğin hamleleri oldu. Ergenekon, Balyoz vs operasyonları bu geleneği tasfiyeye yönelik çabalardı. İktidar bu dönemde gözü kara bir gruptan istifade etti. FETÖ’nün Emniyet’teki ve Yargıdaki unsurlarından.

İktidarın hem Emniyet’te hem Yargı’da bu unsurların yapıp ettiklerinden haberdar olmadığını söylemesi mümkün değil.

Ancak operasyonların hangi boyutuna karşı ne hissettiği tartışmalı. 2012 mayısında Başbakan Erdoğan şunları söyleyecekti: “Böyle bir dalga, iki dalga, üç dalga, dört dalga filan bunlar toplumun huzurunu da doğrusu kaçırıyor. Bundan bizler de ciddi manada rahatsızız. Yani atılması gereken adımlar atılır, biter, geçer. Ama bu dalgalar böyle arka arkaya geldikçe o dalgalarda kusura bakmasınlar ülke boğulur.”

Bu ifadelerin içinde Erdoğan’ın hem operasyonları onayladığı hem de bazı aşırılıklardan rahatsız olduğu anlaşılıyor. “Ülke boğulur” ifadesi, evet, ona ait.

Erdoğan yine o günlerde Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanmasından da rahatsız olur, açık açık “Terör örgütü başı” diye suçlanmasına değil ama, “Tutuklu yargılanması”na itiraz eder.

Davaların bir hayli ilerlediği ve FETÖ’nün iktidara yönelik hamleler yapmaya başladığı günlerde Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan bir gazete yazısında “Kendi ülkesinin milli ordusuna kumpas kuranlar” gibi bir ifade kullanır. Böylece “Kumpas” sözcüğü bir tür yargı jargonu haline gelir.

Akdoğan sonraki açıklamalarında aslında “vesayetçi geleneğe karşı gerçekleştirilen yargı süreçlerini” önemli bulduğunu, “kumpas” tanımlamasının bütün davaları kumpas diye nitelediği anlamına gelmediğini, ancak FETÖ’nün, kendi çıkarlarını öne alarak orduda tasfiyeler gerçekleştirdiğini ve süreci “murdar ettiği”ni söyleyecektir.

Belli ki iktidar bir yere kadar FETÖ’nun Emniyet ve Yargı’daki uzantıları ile birlikte hareket etmiş, ama zaman içinde o yapı, kendi oyununu oynamaya yönelmiştir. Bu süreç 15 Temmuz’a kadar devam edecektir.

Bir akşam CNN Türk’teki bir programda Emre Cemil Ayvalı isimli bir kişi, “kumpas” tartışmalarının hızlandığı bir anda şöyle bir cümle kullanacaktır:

"FETÖ ile AK Parti bürokraside geçmişte kol kola girdiyse, bunu da farklı darbecileri tasfiye etmek için yaptı."

"Bir tarafta, çok açık söylüyorum, darbeci Kemalist gelenek vardı, bir tarafta FETÖ vardı, bunları birbirine kırdırmak suretiyle yol almak mecburiyetinde kaldık."

Ayvalı AKP Tanıtım ve Medya Başkan Yardımcısı ünvanını taşıyordu ve bu sözler Akdoğan’ın “Kumpas” tanımlamasından çok daha büyük ses getirecekti.

Birilerini tasfiye için” FETÖ ile iş birliğinin itirafı idi bu.

FETÖ Emniyet’te ve Yargı’da fırtına estirecek kadar etkili olacaktı da, iktidar onu dizginleyemeyecekti. Yalçın Akdoğan o günlerdeki fırtınalı ortamı şöyle anlatacaktı:

Hem yanlış yapan kişiler değil doğrudan kurumların şahs-ı manevisini zedeleyen ve ülkeye toptan kaybettiren yaklaşımlar öne çıkıyor, hem de suçluluğu ispat edilmeyen kişilerin itibarını zedeleyen yaklaşımlar organize bir kampanyaya dönüşüyor ve adeta bir kumpas görüntüsü oluşuyor. Medya üzerinden yürütülen itibarsızlaştırma faaliyetleri yargısız infaz anlamına geliyor.”

Neyse, o işin sonu 15 Temmuz’da geldi. İktidarın ürettiği canavar, kendisini yemeye niyetlenince zevalini de beraberinde getirdi.

Tabii ki bugüne geleceğim.

O zamanın Başbakanı Erdoğan’ın “Ülke boğulur” diye tanımladığı, o günlerin Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın medya kampanyalarının vs’nin altını çizerek “Murdarlaştırma” diye nitelediği vasatla, bir süredir ülkemizin yaşadığı iklim “boğucu – murdarlaştırıcı” nitelik açısından birbirinden çok farklı mı?

Erdoğan’ın ve Akdoğan’ın boldlaştırdığım ifadelerini bir kere daha okuyun. Sonra da 18-19 Mart’tan bu yana Türkiye’nin yaşadıklarına bakın.

Erdoğan, bu defa Cumhurbaşkanı sıfatıyla hiç yapmaması gereken bir şeyi yaptı ve “Ahtapot” vs diyerek sahip çıktı bu sürece. İktidar ortağı Bahçeli de, bir yandan parti üyeleri uzun tutukluluğa karşı çıkar, suçsuzluk karinesini hatırlatırken, kendisi, Erdoğan’a benzer bir dille “suç örgütü” yargılamasını yaptı.

Tüm Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sistem üzerinde, Başbakan olduğu dönemden çok daha etkili, çok daha belirleyici olduğunu biliyor. Bu operasyonlar ve tüm Yargı’nın itibar skalasındaki aşınma, ülkeye bedel ödetiyor ve bir Cumhurbaşkanı’nın sırf bu yüzden sürecin yanlış işliyor olmasından rahatsız olmaması mümkün değil.

Soru şu: Bütün bu problemli operasyonlar Erdoğan’ın bilgisi dışında mı oluyor?

Okuyucularım bu soruyu sormamı bile abes bulacaklardır, bundan eminim.

Operasyonların, Erdoğan’ın rahatsız olduğu Ergenekon operasyonlarından aşağı kalır yanı yok. Şu anda iddianamesi yazılmamış yüzlerce kişi şafak baskınları ile der-dest edilmiş ve cezaevine konulmuş durumda.

Yargı’da FETÖ izi olduğu söylenemez. Yargıda kimlerin olduğunu herhalde iktidar biliyordur. FETÖ de “yargı bağımsızlığı” altında işlerini yürüttü. Hem Ergenekon’da hem 17-25 Aralık’ta…

Şu anda iktidar çevreleri olan bitenin “Yargı bağımsızlığı” ile içe sindirilmesini bekliyor. Ama meydanlara dolan kitleler buna inanmıyor.

Son soru: Ne zaman iktidar içinden birisi çıkıp da ülkenin bir “Kumpas” ile karşı karşıya bulunduğunu açıklayacak?

Yoksa Ekrem İmamoğlu’nu ebediyyen devre dışı bırakmak için “Kumpassa kumpas” yaklaşımı mı tercih edilecek?

RAHMET DİLEĞİ: Dostumuz Fehmi Koru’nun muhterem eşleri Nebahat Koru Hanımefendi’nin vefatını derin üzüntü ile öğrendik. Ailecek Hanımefendi’ye Allah’tan sonsuz rahmet, Fehmi Bey’e sabırlar dileriz.

https://www.karar.com/yazarlar/ahmet-tasgetiren/bugun-feto-yargisi-yok-kim-var-1604999