İçinde bulunduğumuz hafta ekonomi çevrelerindeki en önemli gündem maddesi 2025-2027 yıllarını kapsayacak Orta Vadeli Program’ın (OVP) piyasa aktörleriyle paylaşılmasıydı. İlgili programın makroekonomik göstergelerinde belli ölçüde revizyona gidildi.
Ekonominin üçüncü çeyreğinde büyüme oranının düşük gelme olasılığı ve bölge ülkelerindeki siyasi hareketlilik gibi bazı unsurların negatif etkileri rakamlarda güncellemeyi gerektirdi. Yapılan güncellemeyle piyasa koşullarına uygun değerler ortaya koyuldu. Ekonomi politikasındaki şeffaflıklar her zaman bireylerde ve firmalarda olumlu karşılık yaratmakta, uygulanmak istenen programa desteği artırmaktadır.
Böylelikle OVP’de 2024 için %33 enflasyon beklentisi %41,5’e, yıl sonu büyüme oranı da %4’ten %3,5’e güncellendi. Aynı zamanda takip edecek yıllardaki verilerde de düzeltmeler yapıldı. Ekonominin geçiş aşamasında olduğu bu dönem kademeli bir şekilde enflasyonun düşürülmesi nihai hedeftir. Program sonunda enflasyonun %7’ye kadar düşeceğine dair planlamalar yapılmaktadır.
Kredi faizlerinin yüksek olması ve iç talebin istenilen ölçüde olmaması yeni yatırımları etkilemektedir. Enflasyonun tek haneye düşürülmesi için iç talebin daha da azaltılması söz konusudur. Ülkemizin ticari kompozisyonunun ihracatı artıracak şekilde kurgulanması önümüzdeki üç yılda önem verilen faktör olarak karşımıza çıkacaktır. OVP’de yıllar içerisinde ihracatın artış eğiliminde olacağı hesapları yapılmaktadır. İhracat 2024’te 264 milyar dolardan, 2027’de 319,6 milyar dolara yükselmesi öngörülmektedir.
Orta Vadeli Program’da en göze çarpan hususların başında Türkiye’nin orta gelir tuzağından çıkacağına yönelik projeksiyondur. Ülkemiz gerçekten birçok yatırım, ticaret ve sanayi hamleleri yapmasına karşın çok uzun bir süredir orta gelir düzeyinde seyretmektedir. Son yıllarda 9.000-12.000 dolar seviyesinde süregiden kişi başına düşen milli gelirin eğer parametreler böyle devam ederse 15.551 dolara erişmesi beklenmektedir. Böylelikle üst gelir grubu ülkeler arasında yer alabilmemiz söz konusu olacaktır.
Türkiye’nin sahip olduğu etmenler yüksek gelir düzeyli ülkeler arasında yer almasına destek olacaktır. Bu etmenleri sıralarsak; sürdürülebilir büyüme hızı, tasarruf oranlarının yükselişi, teknolojik yoğunluklu üretime dönük yapısı, yapay zekâ destekli verimlilik anlayışı ve uzun vadeli yatırımlar için cazip ülke imajıdır. Adı geçen etmenlerde makro perspektifte başarılı sonuçlar elde edebilirsek yüksek gelir grubuna çıkmamamızda bir engel gözükmemektedir.
Son olarak kredi derecelendirme kuruluşu Fitch’in üst üste ikinci not artışı uluslararası yatırım aleminde Türkiye ismine güvenin arttığının bir işaretidir. Kredi derecelendirme kuruluşlarının not artışlarıyla düşen risk primi dış yatırımlarda Türkiye’ye fon akışına sebep olacaktır. Tüm bu etkenler orta gelir tuzağından çıkışımızı kolaylaştıracaktır.
Pastanın dilimleri olarak örneklendirilebilecek kişi başı milli gelirde artışların meydana gelmesi, hâliyle pastanın bütünü olarak yorumlayabileceğimiz Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’daki artışların bir sonucudur. 2024 yılında 1.331 milyar dolar olması beklenilen GSYH, programın bitiş yılı olan 2027’de 1.774 milyar dolara yükseleceği tahmin edilmektedir.
İhtiyacımız olan durum; makroekonomik performans çerçevesinde finansal istikrar ve dünya ortalaması üstünde büyümedir. Tedbirlerin uygulanması ve elde edilen sonuçların sürekliliği ayrı bir önem arz etmektedir. Hazırlanan ekonomi reçetelerinin kullanılması ve başarı elde edilmesiyle GSYH’de artış olacağı açıktır. Bu noktadan hareketle, elde edilecek gelirin toplumun tüm kademeleriyle adil bir şekilde paylaşılması da önemli bir husustur.
Dünyanın her yerindeki toplumlarda bireyler konfor alanını genişletmeyi ve maddi zorluk çekmeden yaşam sürmeyi hükûmetlerden beklemektedir. Hükûmetlerin zenginlik ve refahı destekleyici hizmetleri toplumda karşılık yaratmaktadır. Ülkenin gelirinin çoğalmasının yanı sıra onun tabana yayılması istenilen bir niteliktir.
Elde edilen refahın tüm kesimlere adil olmasındaki parametreler sık sık kontrol edilmeli, olacak standart sapmalarda hızlı aksiyon alınıp revizyonlara gidilmelidir. Her ekonomik bireyin de bir tüketici olduğu düşüncesiyle tüketicilerin gelir düzeylerinin yükselmesi onların ürünlere ve hizmetlere talebini de yükseltecektir. Müteşebbisler talepteki olumlu gelişmeleri baz alarak gelecek yatırım planlarını yapacaklardır. Her bir yatırım yeni istihdamın sağlanmasında pozitif bir itici güç olacaktır. Zincirleme etkiler ekonomik istikrarı sağlamlaştıracaktır.
Dış piyasalara ihracatın artırılması, ülkeye döviz kazandırılması ödemeler dengesi için mühim ekonomik aktivitelerdir. Bunun yanında, ihracat diğer ülkelerin ikili ilişkilerine pamuk ipliği ile bağlı bulunduğunu da unutmamak gerekir. Herhangi bir siyasi anlaşmazlıkta mevcut pazara kilit vurulabilmektedir. Ya da mevcut dış pazarda damping ve sübvansiyon gibi yöntemlerden kaynaklı fiyat savaşlarının yaşanması da söz konusu olabilmektedir. Fiyat savaşlarıyla kâr oranı düşmektedir.
Kısaca, firmalarımız yurt dışı piyasalarda çok bilinmeyenli denklemlerin gölgesinde döviz kazanmaktadırlar. Makro üretim yapısında yurt içi/yurt dışı orantısının ne olacağı iyi bir şekilde kararlaştırılması elzemdir. Güvenli bir liman olan iç piyasanın dinamizmine zarar vermeden dış ticareti şekillendirmeye ve büyütmeye devam etmeliyiz.