Ferman Karaçam

Faruk Beşer Hoca: Âlimin Ölümü ve Ötesi

Şimdi anlıyoruz ki, aslında doğru olan da buymuş. İslam gizlilikler dini değil. Dobra dobra ne olduğunuzu anlatmanız gerekiyor.


Ferman Karaçam


Faruk Beşer Hoca: Âlimin Ölümü ve Ötesi

Şimdi anlıyoruz ki, aslında doğru olan da buymuş. İslam gizlilikler dini değil. Dobra dobra ne olduğunuzu anlatmanız gerekiyor.


Faruk Beşer Hoca: Âlimin Ölümü ve Ötesi

İki gün önceki pazar günü değerli bir ilim adamını, ülkemizin yetiştirdiği önemli bir fakihi ve kıymetli bir dostumu kaybettim.

Prof. Dr. Faruk Beşer ile ilk karşılaşmamız Erzurum’da üniversite yıllarımızda olmuştu. Fakat oradaki yakınlığımız iki öğrenci arasındaki selamlaşmadan öteye geçmemişti. Asıl dostluğumuz ve yakınlığımız 1980’li yıllarda olmuştur.

O yıllarda ben İstanbul Fatih’teki Vefa Yayıncılık’ta İslam Dergisi ve onun bünyesinde çıkarılan dergilerde çalışıyordum. Koordinatörümüz Zekeriya Karaman Bey, Yayın Yönetmenimiz Yusuf Yazar Bey, müessese müdürümüz de Yılmaz Bayat Bey idi.

Merhum Prof. Dr. Raşit Küçük Hoca ise tüm yayınlardan rahmetli Prof. Dr. M. Esat Coşan Hoca Efendi’ye karşı sorumluydu.

O sıralarda Raşit Küçük Hoca’nın sorumluluğunda, daha sonraları adı “İslami İlimler Araştırma Enstitüsü” olan bir “Hadis Enstitüsü” kuruldu. Raşit Hoca da Faruk Beşer Hoca’yı o enstitüde müdür olarak görevlendirdi.

Faruk Hoca bu enstitüde yanlış hatırlamıyorsam 1986 yılından itibaren yedi yıl kadar bir süre ile görev yapmıştır.

Bizim asıl tanışıklığımız ve dostluğumuz benim de dergilerde bulunduğum o yıllarda olmuştur.

Faruk Hoca, ilmi ile amil bir insandı.

Yüce gönüllü, hizmet ehli bir kişilikti.

Vefakâr, çalışkan ve mütevazi bir şahsiyetti.

1952 yılında Trabzon’un Yomra ilçesinin, Oymalı köyünde başlayan hayat yolculuğunun beşinci yılında, yani 1957 yılında Kur’an ile başlayan muhterem ve muteber ilişkisi, 14 Ocak 2024 yılında ruhunu Sahib’ine teslim ettiği ana kadar sürmüştür.

Malezya, Amerika, Almanya başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde konferans, panel ve seminerlere katıldı.

Kanal 7 televizyonunda, birçok radyoda ve uzun zamandan beridir de sade ve anlaşılır bir Türkçe ile Yeni Şafak Gazetesi’ndeki sütununda çeşitli fıkıh konularında halkımızı aydınlatıcı bilgiler verdi.

İsteyenler Faruk Hoca’nın hayat hikayesine ve akademik çalışmalarına her ortamda erişebilir, yalnız ben burada Hoca’nın hakkında ileri-geri konuşulan bir konuya değinmek istiyorum.

Hoca’nın vefatını öğrendiğimde sosyal medyada bir-iki cümlelik kısaca üzüntümü paylaştım.

Bunun ardından telefonum susmadı, mesajların ardı arkası kesilmedi.

Buradan yüksek sesle Hoca hakkındaki tüm bu ithamlara cevap vereceğim.

Birincisi: Faruk Beşer Hoca Erzurum İslami İlimler mezunudur ve o dönem yolu buradan geçenler bilir; Erzurum Üniversitesi’nde, özellikle İslami İlimler’de MTTB ve Akıncılar grubu şehirde ve birçok diğer fakültede düşünce ve dünya görüşü olarak hâkim bir gençlik grubu idi ve Faruk Hoca da bu grubun içindeydi.

İkincisi: O sıralar Erzurum’da MTTB ve Akıncı gruplarına başkanlık eden D. Hasan Aktürk’ün bilgece siyasetinden, Salih Akverdi’nin can feda ve samimi davranışlarından, öğrencileri canı pahasına koruyup kollamasından, Hüseyin Selçuk’un tatlı sert yönetimi ve kitap okutmalarından, Muhammet Emek ve İzzet Uzun’un her türlü fedakarlığa katlanan çileli başkanlıklarından zerre kadar pay almış olan biri asla FETÖ’ye meyledemez. Kaldı ki zaten o mikrobun, o sıralarda esamesi bile yoktu.

Üçüncüsü: Faruk Beşer Hoca ile 1986 yılından itibaren yakın olduk, o da Merhum Raşit Küçük Hocamıza çok yakın olarak çalıştı ve Raşit Hoca’dan hiç kopmadı, Raşit Hoca da Erbakan Hoca’dan hiç kopmamıştır. Bilenler bilir, Erbakan Hoca ve Raşit Hoca ne kadar FETÖ'cü ise Faruk Hoca da o kadar FETÖCÜ'dür.

Dördüncüsü: Faruk Beşer Hoca’nın eşi vefat ettiğinde FETÖ'nün melun lideri kendi gazetesinde yanlış hatırlamıyorsan dört, beş sütuna kocaman puntolarla bir başsağlığı mesajı yayımladı.

Hoca’nın o zamanki duygusal halinden faydalanan bu sinsi ve yapışkan grup, hocanın makalelerinden oluşan bir kitap çıkardılar. Hatta sonradan öğrendik ki kitabın adını da Faruk Hoca koymamış, onlar koymuşlar.

Beşincisi: Faruk Beşer Hoca 15 Temmuz hain darbe girişiminin hemen ardından aşağıda paylaşacağım yazısını kaleme almış ve o terör örgütü ile hiçbir bağının olmadığını kendisi de açıklamıştır.

Bana mesaj gönderen bazı kimseler söz konusu kitabın hala basıldığını, buna Faruk Hoca’nın neden müsaade ettiğini soruyorlar.

Doğrusu ben kitabın yeniden basıldığını bilmiyorum, Faruk Hoca’nın bildiğini de sanmıyorum.

Belki yurtdışında bastırıyor olabilirler, bunu kendisi de bir gazeteci-yazar olan Hoca’nın sevgili oğlu Mustafa Sabri Beşer Bey araştırabilir ve zannediyorum Hoca’nın vasisi olarak bu baskıları önleyebilir. Çünkü bu hainlerin her türlü melaneti yapabileceğini hepimiz biliyoruz.

Faruk Beşer Hoca ile alakalı bir-iki kısa hatıramı da paylaşıp bitireyim.

Raşit Küçük Hoca’nın vefatından sonra İlim Yayma Vakfı’nda düzenlenen toplantıda Raşit Hoca’nın “Müşavir” kişiliğinden bahseden nefis bir konuşma yapmıştı, oldukça etkilendiğim o konuşması bulunabilirse yeniden dinlenmeğe değer.

Çocuklarımdan birine kız istemeğe gidecektik.

Kız tarafı ile tanışırken gelin olacak kızımızın ağabeyi dedi ki; “Faruk Beşer Hocayı tanır mısınız? Benim Sakarya İlahiyat’tan hocamdır ve kendisini çok severim.”

“Tanırım” dedim ama aklıma gelen şeyden dolayı konuyu kapattım.

Ertesi gün Faruk Hoca’yı aradım, dedim ki: “Hocam biliyorum sen İstanbul’dasın ama 250 km uzakta bir kız istemeye gideceğiz, senin gelmen de kız tarafı için şu sebepten dolayı bir sürpriz olacak, ne dersin, gelebilecek misin?”

Hiç düşünmeden demişti ki: “Yahu Ferman ben seninle beraber Fizan’a bile gelirim, 250 km nedir ki?”

En son 22 Kasım 2023’te İstanbul’da yapacağımız ‘Prof. Dr. Raşit Küçük Anma Toplantısı’nda konuşmacı olması için aradım.

Sesi hiç iyi değildi, dedi ki: “Kendimi pek iyi hissetmiyorum, İstanbul şu halimle çok uzak geliyor bana, burada, Sakarya’da da aynı konuda bir toplantı yapılacak, eğer ısrar etmeyeceksen sağlık durumumdan dolayı buna katılmak isterim.” Öylece anlaşmıştık.

RABBİMİZ menzilini mübarek, mekânını Cennet, makamını âli eylesin.

İşte Faruk Hoca'nın o yazısı:

Hangimiz Aldanmadık?

Faruk Beşer

24/07/2016 Pazar

Hep şöyle düşünürdüm: İslam'ın yüz elli yıllık uyanma döneminde iki büyük oluşum görüyorum. Birisi İhvan-ı Müslimin, diğeri Gülen hareketi. Ama aralarında önemli farklar var. İhvan bireye önem verdi, her ferdi Allah'ın bir kulu olarak yetiştirmeyi hedefledi. Her bağlısı, özgür düşünebilen, Kitap ve Sünnet bilgisi olan insanlar olarak yetiştiler. Belki bu durum teşkilatın homojen olmasını önledi. Kapalı ve içine sızılamaz bir örgüt olamadılar. Bu sebeple zaman zaman dağıtıldı. Ama kalitesi ve potansiyel gücü hiçbir zaman bitmedi.

Şimdi anlıyoruz ki, aslında doğru olan da buymuş. İslam gizlilikler dini değil. Dobra dobra ne olduğunuzu anlatmanız gerekiyor. Hz. Âdem'den Resulullah'a kadar hiçbir peygamberin hayatında küffara temenna durarak, müdara ederek var olmaya çalışılma yoktur.

Gülen hareketi ise bireye değil, cemaate önem verdi. Bu sebeple bırakın sağlam bireyleri, kendi başına ayakta durabilecek, doğruyu yanlışı tek başına bulabilecek âlimler, düşünürler, sanatçılar yetiştiremedi. Cemaati, grup insicamını, itaati, birliği ve bağlılığı diğerine tercih etti. İlginç olan da bunu bâtıni/ezoterik yöntemlerle yapmış olması. İşte sapma buradan başladı.

Doğrusu, önceleri de İhvan'daki yetişmiş insanları, isabetli kararları gördükçe gönlüm hep onların doğru olduğunu söylüyordu ama berideki insicamlı büyüme de bana ümit veriyordu. Bu sebeple 2005'te istek üzerine yazdığım bir makale ile bu hareketin liderini haddimi aşan duygusal ifadelerle övdüm. Çünkü kendim, MTTB, Millî Görüş ve Akıncı gelenekten gelmeme rağmen ve içinde hiç bulunmamış olsam bile bu hareketten hala çok şeyler bekliyordum.

Yazdığım makaleyi eklemelerle bir kitapçık yaptılar, göklere çıkardılar ama hemen ardından, içinde bazı üstü kapalı eleştiriler görünce de yayınını yine kendileri durdurdular. İyi ki durdurmuşlar. Böylece ne azim hatalar yaptığımı fark ettim. Soranlara izah etmekte zorlandım.

Sonra bu hatayı yapanın tek ben olmadığımı görünce rahatladım. Baktım ki aldanan bir ben değilmişim. Önemli olan aldandığını anlamak. Asıl aldanma, aldandığının farkına varamamaktır.

Peki, neden aldandık?

Çünkü bu hareket göründüğü gibi değildi. Bu yönüyle aslında Sünni de değildi, batıni idi. Doğrusu bunu önceden de hissetmiyor değildik, ama biz de bağlıları gibi bunda bir hikmet arama gafletine düştüğümüz için meseleyi çözemedik.

Sonra fark ettik ki, bu hareketin batıni Şia'ya benzeyen çok yönleri var.

Öncelikle imamlık anlayışında Şia gibi düşünüyorlardı. İmamın doğrudan Allah'tan ve Resulullah'tan teyit aldığı için asla yanılmış olamayacağına inanılıyordu. İkinci olarak Şia'dan daha ileri bir takıyye yaşıyorlardı. Hiç kimseye oldukları gibi görünmüyorlardı. Aldatma da bir yalan ise bu yolla herkesi aldatıyorlardı. Ve üçüncü bir benzerlikleri; bu hareketin tarihinde de Müslümanlardan başkasına sataşma hiç olmadı. Tıpkı Şia gibi, onlar da tarihlerinde sadece Müslümanlarla savaştılar.

Ne yazık ki, içte ve dışta her güçlü kâfire temenna durdular, ama her İslami harekete engel olup savaş açtılar. Millî görüş hareketi, Güneydoğudaki İslami yapılanma, güçlenen tarikatlar, örnek olarak Topbaş cemaati… Hem de hiç suçları yokken, Türkiye'deki her İslami faaliyete destek çıkan tek cemaat olmalarına rağmen.

Bankaları hortumlayanlara şefaat ettiler. Müslümanların hep önünü kesenleri söz sultanı ilan ettiler. İslami kıpırdanışların canına okuyan Çevik Bir'e bile methiyeler düzdüler. Buna karşılık sadece Cumhuriyet tarihinin değil, bize göre Osmanlı'nın son üç yüz yılı dâhil en dindar ve en başarılı yöneticisine ilanı harp eylediler. Hırsızlık edebiyatları yaptılar. Düz bir mantıkla buradan bile ona karşı olmalarının, onun sağlam bir Müslüman ve rakip olacak bir lider olması dışında düşmanlık edilmesini gerektiren bir yönünün bulunmadığını anlamak mümkün.

Şimdi ülkenin belini doğrulttuğu, varlığını yeniden ispat ettiği bir zamanda başkalarından aldıkları gazla ülkemizin başına büyük bir bela getirdiler. Yüzlerce insanımız öldü. Düşman devletler ağızlarını iştahla şapırdatmaya başladılar. Türkiye'yi önce bir iç savaşa sokup sonra da bölmenin hesaplarını yapanlar sevinçle avuçlarını ovuşturuyorlar. Ama bir kısmının hala, bunu biz yapmadık, hani deliliniz diyerek geçiştirmeye çalışması yok mu, işte bu insanı kahrediyor.

Allah bu milleti böyle belalardan korusun.

https://www.haber7.com/yazarlar/ferman-karacam/3383492-faruk-beser-hoca-alimin-olumu-ve-otesi