Perşembe günkü (10 nisan) “Trump övdü mü ısırdı mı?” başlıklı yazımın ilk paragrafları şöyleydi:
“Önümüzdeki süreçte Ortadoğu’nun en sıcak konusunun Türkiye ile İsrail arasında yükselen gerilim olacağı anlaşılıyor.
Şu anda gerilimin odaklaştığı alan ise Suriye.
Gerilimin başka semptomları da var. Gazze kıyımı, 7 Ekim 2023’ten bu yana Türkiye’nin, hatta dünyanın en hassas konularından birisi.
Ama Ankara’nın ondan daha öte, çok daha kategorik planda bir “İsrail tehdidi” algısı var. Gazze vahşeti gündemi içinde bizzat Netanyahu tarafından güncellenen “Nil’den Fırat’a…” genişleme projesi hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem Bahçeli tarafından kayda geçirildi.
Yani Ankara’nın gündeminde bir “İsrail sorunu” var.”
Perşembe’den sonra Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in ara buluculuğu ile Türkiye ile İsrail heyetleri arasında Bakü’de “gerilimi azaltıcı görüşmeler” yapıldı. Belli ki Türkiye’yi “müttefik – kardeş” İsrail’i de “Dost ülke” diye niteleyen Aliyev, ileriki aşamada iki ülkeden birisini seçmek durumunda kalmak istemiyordu.
Ben, iki ülke arasında “Suriye gerilimi” yükselirken, “Gazze’de ne olacak?” sorusunu hep gündeme getirdim. Daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan Trump’la telefonda görüşürken “Gazze’siz görüşme” boyutunu kayda geçirdim. Çünkü o görüşmeden önce Trump, “Gazze’yi Filistinlilerden boşaltma ve sayfiye kendi haline getirme projesi”ni çoktan açıklamıştı.
Bu arada Gazze ile ilgili Türkiye’de bir şey olmuş, onu Ertuğrul Özkök’ün ODA tv’de çıkan son yazısından öğrendim.
Şunu söyleyeyim: Her gün Yeni Şafak yazarlarına bakarım. Hepsini okumak mümkün değil. Bir kısmını okurum, bir kısmına göz gezdiririm. 9 Nisan günü Taha Kılınç’ın “Gazze ve Hicret” başlıklı yazısını gördüm. “Sonra okurum” diyerek geçtim.
İşte Ertuğrul Özkök, Taha Kılınç’ın yazısında geçenleri değerlendirmiş ODA tv’deki yazısında. (12 nisan 2025) “Çok ilginç hicret yazısı” başlığını kullanmış Özkök.
Taha Kılınç’ın yazısı, bir sabah namazı sonrası, “hepsi de İslâm coğrafyasıyla sıkı münasebet içinde bulunan kıymetli insanlarla bir istişare” den notlar anlatıyor. O istişareden sunulan ilk görüş şöyle:
“- Gazze’deki insanları başka bir coğrafyaya taşımayı artık konuşmamız gerekiyor. İslâm dünyasının gözleri önünde bir halk yok ediliyor. Toprak mı önemlidir, yoksa insan mı? Elbette insan daha önemlidir. Madem bu insanların öldürülmesine Müslümanlar engel olamıyor, bari kapılar açılsın. Bunun gündeme taşınması lazım.”
Ardından kapıları kim, hangi ülke açacak, Arap ülkelerinin olumsuz tavrı, “Bu bir İslâm ülkesini boşaltmak anlamına gelmiyor mu?” – “Bu aynı zamanda İsrail’in hedefine uygun değil mi?” – “Bu aynı zamanda Trump’ın Gazze’yi sayfiye kenti yapma projesine hizmet etmez mi?” gibi görüşlerin serdedildiği, ama nihai planda “Hicret”te yoğunlaşılan bir istişare zemini…
Özkök buradan “Suriyelilerden, Afganlılardan sonra Türkiye’ye yeni bir göç mü?” ihtimalini çıkarmış.
Biz de Karar tv’deki Perşembe buluşmasında Fehmi Koru ve Mehmet Ocaktan ile birlikte Trump – Netanyahu görüşmesini değerlendirirken “Gazze ne olacak?” sorusu ve “Göç” üzerinde durmuştuk.
Demek “hepsi de İslâm coğrafyasıyla sıkı münasebet içinde bulunan kıymetli insanlar” “İslâm dünyasının gözleri önünde bir halkın yok edilmesi” karşısında “Toprak mı önemli insan mı?” sorusuna ve İslâm ülkelerine “Bari kapıları açın” çağrısı yapma noktasına gelmişler. Herhalde “Açsa açsa” diye bir ihtimalin üzerinde de durulmuş ve “Türkiye’den başka” ihtimal bulunamamıştır.
Gazze Türkiye’de dualarda, yardım kampanyalarında, gösterilerde hep yer aldı. Ama “Yeni bir göç” denince “Ensar – Muhacir söylemi” etrafında alerjiler oluşması da kaçınılmaz. Gazze’ye insanlık adına, Müslümanlık adına, neresinden bakarsanız bakın kol – kanat gerilmesi elzem, bunu da söylerim. “Nasıl”ını ise bilmiyorum.
Bugüne kadar 7 Ekim Eylemi irdelenmedi. “Gazze’nin şanlı direnişi” üzerine nutuklar oldu. Sanki birkaç milyonluk Gazze’li, Hamas’ın ve İzzettin Kassam Tugayları’nın öncülüğünde bütün “Ümmet”in mazlûmiyetini sona erdirecekti.
Taha Kılınç “aklına gelen çözümü” şöyle ifade ediyor: : “İşgale karşı tek çare, kuvvet ve caydırıcılıktı. Kuvvet ve caydırıcılık olmadan, konuşmalar boşunaydı.” Peki bunu kim yapacaktı? Kılınç’ın ifadesi şöyle: “İslâm dünyasının öyle veya böyle sözünü dinleyeceği, güçlü ve kararlı bir odak, masaya demir yumruğunu vurarak ve her şeyi göze alarak öne çıkacaktı.”
Bu ifadelerin ortaya çıkardığı sorular var kuşkusuz: İslâm dünyası kimin sözünü dinleyecek? Güçlü ve kararlı odak kim? Demir yumruk ne, her şeyi göze almak ne?
Bütün bunlar 7 Ekim 2023’ten önce değerlendirilmeli değil miydi? 7 Ekim eylemi yapılırken 50 bine yakın insanın İsrail tarafından hunharca öldürüleceği, bir o kadarının açlıktan öleceği, Gazze’nin harabeye döndürüleceği ve sonunda bu işin dertlilerinin bile “Gazze’yi boşaltmak” ve bunu “Hicret” diye kutsamaktan başka bir şey yapamayacağı öngörülmeli değil miydi?
Çok yazdım ben Akif’in, 100 yıl evvel İslâm dünyasını sarsarken yazdığı o mısraı: “Ağlamak faide verseydi babam kalkardı!”
Aliyev Türkiye ile İsrail’i barıştırır! Trump da onu ister. Biz de önce Herzog’u ardından da Netanyahu’yu Türkiye’de ağırlarsak şaşırmamak lâzım… Ah Gazze’li çocuklar, Gazze’li anneler ah!
https://www.karar.com/yazarlar/ahmet-tasgetiren/gazzeyi-bosaltmak-ya-da-hicret-1603521