Ahmet Taşgetiren


Had bildiricilik rolü

Malum Orhan Turan ve TÜSİAD bir süre önce bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından hadleri bildirilenlerdendi, o gözaltı görüntüleri ve yurt dışına çıkış yasağı da had bildirme ikliminde gerçekleşmişti.


Eski Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi. Bir ara gözden düşmüştü, şimdilerde yeniden Beştepe’ye yakın hale geldiği söyleniyor. Nitekim AK Parti MYK’da Ekonomi İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevine getirildi.

Zeybekçi geçen günlerde TÜSİAD Başkanı Orhan Turan’ı ziyaret etti ve "Yurt dışı yasağı doğru değil, gözaltı görüntüleri de hoş değildi" dedi.

Malum Orhan Turan ve TÜSİAD bir süre önce bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından hadleri bildirilenlerdendi, o gözaltı görüntüleri ve yurt dışına çıkış yasağı da had bildirme ikliminde gerçekleşmişti.

"Had" sınır demek. Normalde "Had bildirmek" de bir kişiye – kuruma "sınırlarını hatırlatmak" anlamına geliyor. Hukuk devletinde, demokratik düzende en tepe nokta, "Cumhurbaşkanı" dahil herkesin bir sınırı da var. "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" diye yazar Meclis’in alnacında ama Meclis o gücü bile "anayasal kurumlar vasıtasıyla" kullanır ve onları da bağlayan hukuk çerçevesi var.

"Had bildirmek" hukuk devletindeki sınırların gözetilmesinden biraz farklı bir anlam kazanmış. Normal işleyen bir hukuk düzeninde sınırlar ihlâl edildiğinde kurumlar devreye girer ve ihlali durdurur, gerekiyorsa cezalandırır. Öfke yoktur orada. Kimsenin öfkelenmeye hakkı da yoktur. Çünkü herkes, ancak kendisine tanınan sınırlı yetkiyi kullanır.

"Had bildirmek" ayrı bir güç kullanımıdır. Aslında sınır aşımıdır. Meselâ, sokakta gösteri yapan kişilere – gençlere – işçilere – emeklilere müdahale eden polis, "had bildirme" psikolojisi ile hareket ettiğinde, yani işi görevden öfkeye kaydırdığında haddi aşmış olur.

Zeybekçi TÜSİAD Başkanını ziyaret edip, "yurt dışı yasağı ve gözaltı görüntüleri yanlıştı" dediğinde aslında Erdoğan’ın bir "had bildirmesi"ni tashih etmiş - düzeltmiş oluyor.

Yadırganıyor mu, yadırganıyor, çünkü yaptığı iş, Erdoğan gibi herkese had bildiren bir kişiliğin yaptığını düzeltme anlamı taşıyor.

Ecnebicesi "İmaj meykır – Image maker. İmaj tasarımcısı, danışmanı" anlamına geliyor. İmaj ise "bir kişi ve/veya kurum hakkında başka bir kişinin veya kişilerin ilk elde kafasında oluşturduğu izlenim" diye tanımlanıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir imaj tasarımcısı var mı, yoksa o, siyaset ve sistem içerisinde edindiği güç ile artık kendi imajını kendi üreten nev’i şahsına münhasır bir kişilik haline mi geldi?

Pınarhisar Cezaevinde kendisini ziyaret ettiğimde, "Bunu bir imkân olarak düşünün", demiştim. "Bir anlamda siyaset anayasanızı belirleyeceğiniz bir kendini damıtma dönemi. Kırmızı çizgileri belirlemek meselâ. Neyi asla söylememek, meselâ…"

O zaman "Yeni Şafak başyazarı Ahmet Taşgetiren" olarak bunları söylemek "haddi aşmak" değildi. Tayyip Erdoğan da sonuçta henüz yolun başında kozasını örmekteydi.

Ak Parti kurulurken, ya da Refah – Fazilet içinde "Yenilikçiler" diye bir çizgi başlatılırken de herhalde, "ortak akıl" bir imaj tasarımı yapmıştı. Ne yapılacak, ne asla yapılmayacak?

Meselâ Abdullah Gül, Ankara’da, Yeni Şafak bürosundaki bir buluşmamızda "Dışarda konuşamayacağımız şeyleri içerde de konuşmamak" gibi bir ilkeden söz etmişti. Malum içerlerde, mahrem sanılan ortamlarda herkes devlet kurup devlet yıkıyordu.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın epeyce bir süredir kamuoyu önünde hep "Had bildirme" rolünde gözüktüğünü, bilmem çevresindekiler fark ediyor ve kendisine söyleyebiliyorlar mı? Yoksa çevre, ona böyle bir imaj yüklemeyi tercih mi ediyor? Ya da imaj, spontane, kendiliğinden veya daha sıkıntılı nitelikte başına buyruk bir şekilde mi oluşuyor?

Meselâ bir soru: Bir hukuk devletinde hiç kimse yargılamadan korunmuş değildir. Cumhurbaşkanları bile belli kriterlerle yargılanabilir. Ülkenin en büyük metropolünün belediye başkanı olmak da (İmamoğlu gibi) yargılamadan masun olma hakkını vermez. Peki halen Ekrem İmamoğlu ile ilgili hukuki süreç, normal bir hukuki süreç mi, yoksa Erdoğan’ın iradesinin devreye girdiği bir "had bildirme" operasyonu mu?

İmaj ne, algı ne ve bu algının oluşumunda kürsü açıklamaları ile bizzat Erdoğan’ın katkısı oldu mu?

Kürsüden memlekete yayılan "Ana muhalefete had bildirme" ikliminde piyasada dolaşan "CHP’ye kayyım" ihtimali…

"Teğmenler davası" yine Erdoğan’ın Önder’deki konuşmasıyla "had bildirme" niteliğine bürünüyor. Gezi davası başlı başına Erdoğan merkezli bir "had bildirme" haline dönüşmüş durumda… Demirtaş’a "Seni başkan yaptırmayacağız" sözünden dolayı had bildirildiği izlenimi hakim.

Had bildire bildire bu izlenim hem kendi ülkenizde hem uluslararası planda oturuyor. Artık size yönelik tanımlamalar başlıyor. "Otoriterlik" en hafif tanımlama halinde kalıyor. Ülkenizin "demokratik hukuk devleti" olma özelliği aşınıyor. Bunun ülkeye bedeli oluyor. Bakanlarınız, temsilcileriniz ülkenizin artılarını pazarlamak yerine "imaj tamiri" için çaba sarfetmek zorunda kalıyorlar. Diyelim ülkenize yatırım yapacak olanlarda "Had bildirme uygulaması ya bize de çıkarsa…" endişesi oluşuyor.

Ne denebilir? Çok şey gitti belki. Tamir zorlaştı. Ama gene de nereden dönülse kârdır. "Had bildirme" tonundan çıkmak ülkeye de kazandırır, ülkeyi yönetenlere de… Hem böyle en tepeden had bildirme bir yöntem olarak uygulanmaya başladığında herkes "had bildirici" haline dönüşüyor. Sokakta polis, cezaevinde gardiyan, mahkemede savcı, okulda – sokakta ergen çeteleri… Evlerde bile gücü gücü yetene had bildiriyor. İyi değil bu gidiş…

Tamam da "İyi değil bu gidiş" derken devreye "telef olma" jargonunun girmesine ne demeli? Ya bunun peşinden de bir "Telef ediciler" gürûhu oluşursa…

https://www.karar.com/yazarlar/ahmet-tasgetiren/had-bildiricilik-rolu-1603773