Cumhurbaşkanı Erdoğan, liberal demokrasinin eski itibarını kaybettiğini söyledi. Doğru; dünya ve biz böyle bir süreçten geçiyoruz.
Türkiye’de de olaylar ve davranışlar artık parti çekişmeleri anlamındaki “siyaset”in ötesine geçti. Temel tartışma konularımız hak ve hürriyetler, yargının ve kamu kurumlarının siyasallaşması sorunlarıdır.
Bu durumda, liberal demokrasi değilse, hangi demokrasi?
Demokrasi ‘halk yönetimi’ demek olduğu için, otoriter rejimleri de kapsayabilir. Mesela kuvvetler birliğine dayalı bir demokrasi?!.
KAVRAM KARGAŞASI
Demokrasi kavramının muğlaklığı, Jacob Talmon’ın “The Origins of Totalitarian Democracy” (1952) adlı eserinden beri siyaset biliminin önemli konularından biridir. Jakobenlerin fikir babası J.J. Raousseau’nun kuvvetler birliği teorisinden yola çıkan otoriter rejimler…
Nitekim “halk demokrasisi” denilerek totaliter rejimler de kurulmuştur.
Zamanımızda gelişen popülist hareketler karşısında “hangi demokrasi?” hayati derecede önemli bir sorudur. Kuvvetler ayrılığını esas alan liberal demokrasiyi küçümseyenler “nasıl bir demokrasi” tanımı yapıyorlar? Bunu söylemiyorlar
Liberal demokrasiyi karşı uçlardaki modellerden hareketle tanımlamak yararlı olacak.
EN AŞIRI SAĞ
Evvela, ‘total’ Alman hukukçusu Karl Schmidtt… “Düşman ceza hukuku” kavramının baş teorisyeni…
Evet, siyasetin temelinde iktidar mücadelesi vardır. Demokraside hukukla sınırlanan bu rekabeti, Karl Schmidtt (1888-1985) “dost-düşman çatışması” olarak tanımladı. Yargının ve devlet kurumlarının tarafsızlığını reddeden ve “total devlet” kavramını savunan Schmidt’e göre, “siyasal” olan, “hukuki” olandan üstündür:
“Siyasal’ı oluşturan, düşmanlık ilişkisidir… Hiçbir kanun onu bağlamaz. Siyasal, hukuktan önce gelir… Önemli alanların tarafsızlık ve depolitizasyonuna karşı, potansiyel olarak total devlet bütün alanları kucaklar…” (Chantel Mouffe, Carl Schmitt’in Meydan Okuması, İletişim yay. s. 20-21)
İktidarların muhalefetleri “düşman” görmeleri ve hukuk, din, eğitim, kütür, medya alanlarını bile kendi ideolojileri yönünde “siyasallaştırmaları” bu teorinin örnekleridir. En aşırısı, hakimlerin Führer’e sadakat yemini ettiği Nazi Almanya’sıdır. (Bkz. William Shirer, Nazi İmparatorluğu, cilt I, s.425-434)
EN AŞIRI SOL
Öbür uçta Lenin, liberal demokrasiyi “burjuva diktatörlüğü” olarak suçladı, kurduğu rejimi şöyle tanımladı:
“Proletarya diktatörlüğü, doğrudan doğruya zora ve herhangi bir yasa ile sınırlandırılmamaya dayanan yöntemdir.” (Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, s. 113)
Bunun teorisini Bolşevik hukuk profesörü Andrei Vişinski yaptı:
“Hukuk, egemen sınıfın iradesini ifade eden davranış kurallarının toplamı ve devlet otoritesi tarafından onaylanan toplumsal yaşamın gelenekleri ve kurallarıdır.”
Böyle olunca, hakim ve savcının işi, “hukukla sınırlanmayan ve kuvvete dayanan proletarya diktatörlüğüne destek vermek” ve “sömürücü sınıfların direnişini ezmek”tir! (Andrei Y. Vyshinsky, The Law of The Soviet State, s. 155)
Vişinski’nin ünlü Stalin mahkemelerinin cellat-savcısı olduğunu belirtelim.
Bizde merhum Mehmet Ali Aybar, Marksizm-Leninizm büyüsüne kapılan arkadaşlarına kuvvetler ayrılığı gibi kavramları ‘üst yapı, burjuva’ diye damgalamanın yanlış olduğunu anlatmak için çok çaba sarfetmişti.
EN KRİTİK KAVRAM
En aşırı iki ucun ortak tarafı, birinin devlet veya ırk, öbürünün sınıf mücadelesi adına hukuku araçsallaştırmasıdır. Yargı adaletin değil, siyasetin, ideolojinin hizmetkarıdır.
“Hukuk siyasetin köpeğidir” sözü, Nazi-Bolşevik karması bir dejenerasyondur.
Öbür yanda, John Locke’tan başlayarak, Montesquieu ile gelişerek, Hayek’te ‘ideal’ teorisini bulan “hürriyet” ve “kuvvetler ayrılığı” ve de “yargı bağımsızlığı” fikri gelişti. Liberal demokrasinin temelinde bu felsefi değerler vardır.
Bizde öncüleri Namık Kemal, Münif Paşa gibi düşünürlerimizdir.
İkinci Dünya Savaşı’nın kanlı dersleri, en kritik kavramın “kuvvetler ayrılığı” olduğunu gösterdi. İnsan Hakları Sözleşmesi yapıldı, bildirisi yayınlandı, AİHM gibi yargı kurumları oluşturuldu.
Bugün evet, liberal demokrasi bir krizde… Liberal demokrasiyi eskimiş sayan popülist iktidarlar, totaliter diktatörlük değiller ama kuvvetler ayrılığını, yargı bağımsızlığını ciddi surette ihlal ediyorlar. İnsanlığa da “lider kültü” ötesinde bir yönetim felsefesi sunamıyorlar.
Eminim ki, insanlık; çözümlerin ancak özgürlük, bilim ve hukukun üstünlüğü ile bulunabileceğini er geç tekrar anlayacaktır.
İnşallah liberal demokrasiden uzaklaşmanın ağır faturası daha da ağırlaşmadan…
https://www.karar.com/yazarlar/taha-akyol/hangi-demokrasi-1603365