Tunuslu demokrat İslamcı lider Gannuşi üzerine yazdığım yazıyı, değerli dostum Ali Değermenci “Yeni Dünya Düzeni” adlı geniş katılımlı WhatsApp grubunda yayınladı. Tartışma çıktı.
İslam’la demokrasinin barışık olmadığı şeklindeki bir görüşün, fazla genellemeci ve diğer faktörleri dikkate almayan indirgemeci bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.
İslam ve demokrasi bağdaşır mı?
Bu soruya cevabınız “İslam” ve “demokrasi” kavramlarından ne anladığınıza göre değişir.
İslam’ı Taliban gibi anlarsanız, sormaya gerek yok, bağdaşmaz.
Ama 28 Şubat’ta görüldüğü gibi dini tezahürler dışlanmaya, aşağılanmaya kalkılırsa bunu hiçbir din kabul edemez. “Laiklik” ve “demokrasi” ilişkisi de bu iki kavramdan ne anladığınıza göre değişir. Fransız İhtilali’ndeki Jakobenlerden beri laik diktatörlük örnekleri de az değildir.
TEMELDEKİ SORUN
Temeldeki sorun, gelişmişlik düzeyidir. Gelişme seviyesi toplumların rejimi gibi din anlayışlarını da etkiler. Batı’da da demokrasinin zemin bulmasındaki asıl faktörler, ticaret devrimi, şehirleşme, ardından bilim ve sanayi devrimlerinin gelişmesiyle teşekkül etmeye başlamıştı.
İslam dünyası bu düzeyde sosyoekonomik gelişme gösteremediği için, laik hareketler de otoriter, hatta totaliter oldu.
Alexis de Tocqueville’in gösterdiği gibi modern devrimler, geleneksel otokrasilerden daha otoriter rejimler kurdu. İslam dünyasında Baas modeli böyledir.
Baas ve Nâsır tipi rejimler demokrattı da İhvan mı otoriterdi?
Bizdeki ‘gidişat’ı tahlil etmek için, CHP’li saygın politikacı merhum Prof. Turhan Feyzioğlu’nun 8 Mart 1957’de Türk Hukuk Kurumu’nda verdiği konferanstan şu cümle anahtar değerindedir:
“Türkiye’de Meşrutiyet’i takip eden birkaç yıl ve DP iktidarının ilk yılları hariç, basın, hürriyete hasret kalmıştır.”
FİKİRLERDEKİ GECİKME
Türkiye’yi 1950’den beri sağcılar yönetiyor, diyerek bugünkü sorunları tümüyle sağa yıkmak da yanlıştır; üstelik hangi sağa?
DP’nin otoriterleşmesini dinle izah edemeyiz. Merhum Metin Toker’in dediği gibi, Tek Parti rejiminde ne görmüşlerse öyle idare etmek istemişlerdi.
İsmet Paşa 1947 Kurultayında “kuvvetler birliği” ilkesini programdan çıkarmak istediğinde Süreyya Örgeevren, Feridun Fikri gibi katı Kemalistler, bunun Kemalizm’e aykırı olacağını söyleyerek engellemişlerdi.
Bizde okuryazarlık gibi şehirleşme, dışa açılma, hürriyet fikri ve fikirlerin çeşitlenmesi de gecikti. Türker Alkan, 1959 doğumluları anlatırken, “Kemalizm’den öte köy olmadığını sanıyorduk” diye yazmıştı. (Radikal, 12 Mayıs 1998)
İslamcıların da bildiklerinden “öteye köy” yoktu. Teknik donanımlı mühendisleri vardı.
AK PARTİ İKTİDARI
AK Parti iktidarı, evet, kabaca 2011’den itibaren adım adım otoriterleşti. İlk on yılda “evrensel hukuk, kuvvetler ayrılığı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” gibi kavramları parti programına, seçim bildirilerine, hükümet programlarına yazan ve o yönde reformlar yapan da Ak Parti’ydi… Bu kavramları rafa kaldıran, “ayak bağı” gören, “bizi bağlamaz” diyen de AK Parti.
Bunlardan biri İslami, öbürü gayri-İslami değildir. Biri laik öbürü teokratik değildir. Partinin lideri Erdoğan’ın iktidarını güçlendirme pratiğinde demokratikleyme çizgisinden otoriterleşmeye yönelmesidir.
İlk çizgide devam etseydi çok farklı olurdu.
Nitekim İslami taban, ilkini de ikincisini de gayr-i İslami bulmadı. İkisini de destekledi.
Fakat yanlış politikaların sosyal maliyeti fark edildikçe hem eleştiriler artıyor hem şehirlerden başlayarak oy kaybediyor.
DEĞİŞİMİN DEĞERİ
Evet, Hayrettin Karaman “demokrasinin temelindeki felsefenin İslâm ile katiyetle bağdaşmayacağını”, araç olarak kullanılabileceğini yazdı! (Yeni Şafak, 29 Mayıs 2014)
Prof. Ali Bardakoğlu Hocamız ise “İslam’la demokrasinin, küresel insani değerlerin, insan haklarının bir arada bulunabileceğini” anlatıyor. (İslam’ı Doğru Anlıyor muyuz? s. 306-307)
Aliya İzzetbegoviç, Gannuşi, İranlı Süruş da İslam’la birlikte demokrasiyi savundular.
İlahiyat camiasındaki tarihselci akademik akım dinî yazı ve kitaplarında demokrasiyi ve insan haklarını savunuyor. İslami ya da dindar camia, ekonominin kazandırdığı ivme ile, taşralılıktan şehirliliğe gidiyor, dışa açılıyor. Yüksek akademik düzeyli yayınlar yapılıyor. Sekiz asırdır unutulan İbn Rüşd’ün ilgi görmeye başlamasının anlamı büyüktür. İslami kesimde de felsefi düşünce kendini gösteriyor. Artık gündemlerine Heidegger de girdi. (İbrahim Kalın’ın son kitabı)
Bunun için, ideolojik suçlama dilini yanlış buluyorum. Objektif olgulardan hareketle, tahlil ve aydınlatıcı eleştirinin doğru olacağını düşünüyorum.
https://www.karar.com/yazarlar/taha-akyol/islam-ve-demokrasi-1605902

