Daha yakın zaman önce Türkiye’nin gündeminde “İsrail tehdidi” vardı. Tevrat’taki “Arz-ı mevud” hedefi çerçevesinde İsrail, Türkiye için de tehdit oluşturmaktaydı. Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan ifade etmişti.
Hatta “İç cephe tahkimi” de o ifadelerin ardından devreye girmişti.
Hatta “Çelik kubbe” inşası için, kredi kartı limiti 100 bin lira ve üstünde olanlardan kesintiler yapılacaktı.
“İsrail tehdidi”ni Erdoğan, İsrail’in bölgedeki saldırganlığından - ilerleyişinden çıkarmış olmalıydı.
Gerçekten de İsrail, Netanyahu isimli bir vandalın yönetiminde, Gazze’yi yerle bir etmiş, Hamas’ın liderlerini birer birer katletmişti. Öte yandan Lübnan’a yönelmiş, orada Hizbullah hedeflerini vurmuş, Nasrullah dahil, Hizbullah liderliğini imha etmişti.
Hedefi İran’dı. İran’a varmadan önce İran’ın Suriye’deki milis varlığını da hedef almıştı. Golan tepeleri zaten çoktan ele geçirilmişti.
Acaba Cumhurbaşkanı Erdoğan, bize yönelik “İsrail tehdidi”ni gündemine alırken, İsrail’in etrafımızdaki alanları birer birer çökertmesini, bu arada mesela İran’ı hedef almış olmasını da dikkate almış mıydı? Yoksa “İsrail İran’ı vursun, o bizi ilgilendirmez, nasıl olsa İran Şii ve bizim gizli düşmanımız” gibi bir akıl yürütmesinde mi bulunmuştu?
Bir soru daha:
-Acaba şu anda Suriye’de olan bitenlere baktığımızda “İsrail tehdidi”nin gündemden düşmüş olduğunu mu anlamamız gerekiyor?
Hizbullah Şii, Esed Nusayri… Bunlar “Şii” İran’ın bölgedeki uzantıları… İran bunlarla oyun kuruyor.
Hizbullah ile Hamas, İsrail’in saldırganlığına karşı birlikte mücadele ediyorlardı. İsrail Hamas’ın Sünniliğinii ve Hizbullah’ın Şiiliğini ayırt etmeksizin ikisini birden ortadan kaldırmaya çalışıyordu. Biz ise yine Cumhurbaşkanı’nın dilinden Hamas’ın, bizim “Kuvay-ı Milliyemiz”in benzeri olduğunu düşünüyor, Hizbullah liderliğinin İsrail tarafından imha edilmesini ise, “Şiilikleriyle Müslümanlıkları arasında nerede duracağımızı bilememek”ten kaynaklanan karmaşık duygularla seyrediyorduk.
Bizde İktidara yakın medyanın retoriği epeyce bir zamandır “Türkiye’nin Şii yayılmacılığına karşı tek Sünni mevzi olduğu” istikametinde. Kabul etmek lâzım ki Türkiye’nin Sünni bilinç dünyasında böyle bir “İran – Şii” karşıtlığı var.
Şu an Suriye geriliminde de bu bilinç hali gün yüzünde dolaşmaya başlamış bulunuyor.
Heyet Tahrirü’ş Şam (HTŞ) ile ilişkimiz nasıl, tam net değil. Suriye Milli Ordusu (SMO) başlangıçta ABD’nin katkısı olsa bile uzun zamandır bizim eğitip – donattığımız bir yapı.
HTŞ birdenbire harekete geçti ve muhtemelen SMO’nun da desteği ile Halep’i ele geçirdi. Surlara Türk bayrağı çekildi. Bu bizde İttihat Terakki döneminde söylenen mehter marşlarındaki gibi “Alalım düşmandan eski yerleri” heyecanı oluşturdu. Halep’in Türkiye’de sembolik bir anlamı vardı. Ne de olsa dünkü zamanlarda “Türk yurdu” idi.
Suriye’de Rusya vardı, İran vardı. Bunlar BM tarafından da “Suriye Devlet Başkanı” kabul edilen Beşşar Esed’in davetiyle Suriye’de bulunuyorlardı. Biz ise de facto irade ile Suriye’nin bir bölümüne yerleşmiştik.
Suriye açık ameliyat altında bir ülke idi ve bizi de en azından PKK uzantısı YPG-PYG yapılanması sebebiyle “güvenlik tehdidi” boyutu ile ilgilendiriyordu. Açıkça oradaydık işte.
Suriye’nin bu ameliyat hali nasıl nihayetlenecekti?
Uzun süre “Katil Esed” söylemimiz devam etti. Ama onun yönetimine son verilemedi. Bu defa Cumhurbaşkanı Erdoğan, Esed’e “Gel görüşelim” dedi. Esed, “Güçlerinizi çekin, görüşelim” dedi.
Bu bizde biraz öfke oluşturdu. “Erdoğan görüşelim diyecek de, Esed mazeret gösterecek, bu olur mu?” gibi baktı Devlet cenahı…
Şu anda Suriye’de rejim karşıtı güçlerin ilerlemesinin bizde, içerde, özellikle iktidara yakın medyada oluşturduğu sevinç biraz da “Erdoğan gibi bir dünya liderinin randevu talebini reddeder misin, al sana…” türü duyguları yansıtıyor.
Suriye’deki, Türkiye’de heyecan – sevinç uyandıran hareketlilik karşısında Rusya düşük yoğunluklu bir tepki veriyor. İran, Dışişleri Bakanı Arakçi’nin Ankara ziyaretinde seslendirdiği gibi “ABD – Siyonist hamle ve dış güç girişimi” gibi okuyor. İran’ın “Dış güç” tanımlaması içine Türkiye’yi de soktuğu söylenebilir.
Ne dersiniz, Suriye bağlamında “İsrail tehdidi”nden, “İran, Şii yayılmacılığı ve Dış Kürt yapılanması” hassasiyetine gelmiş sayılabilir miyiz?
2011’de Suriye’nin geleceği konusunda ABD ile kopmuştuk. ABD, Suriye’de iktidara “İhvan”ın gelmesine itiraz etmişti. Çünkü Esed “Seküler”di, İhvan “İslâmcı” idi. ABD’ye göre Arap Baharı “İslâmcı bir Ortadoğu” doğurmamalıydı. ABD bu süreçte Esed’in kimyasal silah kullanmasına bile göz yumacaktı.
Şimdilerde Amerika Suriye’de “Cihatçı” diye nitelenen HTŞ’nin ilerlemesi karşısında sessiz. Ne oldu bu arada?
YPG-PYD meselesi de bizimle Amerika arasında bir gerilim alanı. Bu arada içerde Öcalan’lı açılımlar arayışındayız. Acaba YPG-PYD’ye, Suriye içinde Kuzey Irak benzeri bir yapılanma telkininde mi bulunuldu? Türkiye’ye de o istikamette bir projeyi kabullendirme telkinleri mi yapılıyor?
Bu hengâmede Netanyahu’nun “Arz-ı mev’ud”u Tevrat’tan olmasa bile kafasından silmiş olabileceği, dolayısıyla Türkiye’yi tehdit gündeminin ortadan kalkmış olacağı umudu bizim için peşin bir kazanç gibi görünüyor. Ne dersiniz? İsrail tehdidi gerçekten var mıydı, yok muydu? İsrail İran’ı vurursa bizim sevinmemiz mi gerekir, endişe etmemiz mi? Ne dersiniz?
https://www.karar.com/yazarlar/ahmet-tasgetiren/israil-tehdidinden-suriye-gerilimine-1602060