VE ONLAR… ELLERİ ÖPÜLESİLER
Kurtuluş Savaşı'nın bir destana dönüşmesinde en büyük paylardan biri de Türk kadınına ait. Türk kadını Milli Mücadelenin her aşamasında cephede ve cephe gerisinde önemli roller üstlendi. İşte bu kahraman analarımızın, tarih sayfalarına altın harflerle geçmiş hayat hikayelerini kısaca anlatmaya devam etmek istiyorum.
ŞERİFE BACI (1900?-1921)
O devirde, Devrekâni ilçesine nahiye olarak bağlı bulunan Seydiler'in Satı köyünde, 1900'lerin başında doğdu. Kurtuluş Savaşı sırasında deniz yoluyla İnebolu'ya kadar getirilen cephanenin, Türk Ordusu’na ulaştırılmasında yararlılık gösterdi. Yanına kundağa sarılı kızını alarak İnebolu'dan Ankara'ya (331 km) cephane götüren kafilede yer aldı. 1921 kışında, olumsuz hava koşullarında kağnı ile cepheye mühimmat taşırken Kastamonu Kışlası yakınında, yoluna devam edemeyerek kağnısının üzerinde donarak öldü. Yanındaki kızını ve mermileri korumak için, top gülleleri arasına yerleştirdiği kundaktaki bebeğinin üzerine örttüğü yorgana abanmış ve donarak vefat ettiği tespit edilmiştir.
Üzerindeki kıyafetlerden Seydilerli olduğu düşünüldüğü için cenazesi Seydilere nakledilmiştir. Nereye gömüldüğü, nasıl defnedildiği bilinmemektedir.
Milli Mücadele'de kadınların, savaşın kazanılması için yaptığı fedakarlık ve kahramanlıkların bir sembolü haline gelmiştir.
Çerkez Ethem tarafından kendisine hediye edilen, (çetelerden alınmış) Yunan filintasıyla verdiği mücadele ile destanlaşmış çocuk asker
(ONBAŞI NEZAHET)
“Ben askerlerin kalesiyim, dönmek isteyen olursa karşısında beni bulur" Onb. Nezahet
Nezahet, 1909 yılında İstanbul'da Hafız Halit Bey ve eşi Hadiye Hanım’ın çocuğu olarak dünyaya geldi.
Annesinin veremden ölmesi üzerine, 8 yaşında öksüz kaldı. Bakacak kimsesi olmadığı için, sonradan "Kızlı Alay" olarak ünlenen, Kuvayı Milliye'den ayrılarak Mustafa Kemal Paşa'nın emrine giren 70. Alay'ın komutanı, babası Hafız Halid Bey'in yanına Çanakkale cephesine gitti.
Çocukluğu cephelerde geçti. At binmesini silah kullanmasını iyi öğrenen Nezahet'e, on iki yaşındayken onbaşı rütbesi verildi. 1. Dünya Savaşı'ndan sonra, işgal edilen vatan toprağını düşmanın elinden kurtarmayı kendine küçük yaşından itibaren vazife bildi. Bu sebeple babasının komuta ettiği alayla Geyve, Sakarya, Gediz, 1. ve 2. İnönü savaşlarında görev aldı. Küçük yaşına rağmen gösterdiği cesaretinden dolayı askerlere azim kaynağı oldu. İsmet Paşa tarafından bu gözü pek küçük kahramana "kurmay" lakabı verildi.
ATATÜRK denetlemelerde kulakları küpeli bu kızı gördüğünde, "sen burada ne iş yaparsın?" diye sorduğunda "ben askerlerin kalesiyim, dönmek isteyen olursa karşısında beni bulur." diyen ve ilk üniformasını 20 yaşında giyen GERÇEK KAHRAMAN... ve "isteyen gidebilir" diyen başkomutanım (jandarma komutanının ifadesi ile)
Türk ordusunun Yunanlılara karşı ilk defa yenilgi aldığı cephelerden biri olan Gediz cephesinde; kaçan askerlerin geri döndürülüp, birliğin toparlanmasında rolü büyüktür Nezahet Onbaşı’nın, "ben babamın yanına ölmeye gidiyorum, siz nereye gidiyorsunuz" sözleri ile askerlerin önüne dikilmesi ve askerin geri dönmesine vesile olması, onun bir savaş kahramanı olarak tarihe geçmesine ve İstiklal savaşının kahramanları arasında yer almasına dayanak olmuştur. Kurtuluş Savaşı'nın devam ettiği günlerde Nezahet Onbaşı'nın öyküsü Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde gündeme geldi. Bursa Milletvekili Emin Bey İlk İstiklal Madalyası’nın Nezahet Onbaşı'ya verilmesini önerdi, buna karşılık İzmit Milletvekili Hamdi Namık Bey çeyiz verilmesini, Tunalı Hilmi Bey ise paşalık unvanı verilmesini önerdi. Bu öneriler mecliste kabul edilmesine rağmen savaşın karışıklığında unutuldu ta ki 1986 yılında Dolmabahçe Sarayı'nda düzenlenen törene kadar. Dönemin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Necmettin KARADUMAN tarafından Nezahet Onbaşı'ya Takdir Berat'ı (Şükran belgesi) verildi.
Nezahet Onbaşı, savaştan sonra babasıyla birlikte İstanbul'a yerleşti ve Kumkapı'da açılan Jan Dark Enstitüsü'ne girdi. Bir süre sonra aile kararıyla okuldan alınarak, sonradan ATATÜRK'ün yaveri olacak Yüzbaşı Rıfat ile evlendi (1931). Eşinin görevi dolayısıyla sürekli ATATÜRK'ün yanında yer aldı, devlet törenlerine katıldı.
24 Eylül 1993'te hayata gözlerini yumdu. Asker olan eşinin yanına, Karacaahmet mezarlığına defnedildi.
"Türk Jan Dark'ı olarak da anılan Onbaşı Nezahet isminin anlamı olan "TEMİZ AHLAKIN" SEMBOLÜDÜR.…
ASKER HALİME
"Bey, yüz bin kişi kurtulacak, ben öleceğim de ne olacak?" Asker Halime
Halime,1898 yılında Kastamonu'ya bağlı Duruçay köyünde doğdu. Babası ve annesi istememesine rağmen Türk Kurtuluş Savaşı'na (1919-1923) katılmak istedi. Saçlarını kazıttı sakal tıraşı oldu ve erkek kılığında milis güçlerine katıldı. Arkadaşları arasında bir müddet "Halim" olarak tanındı.
Ordunun lojistiğinde görev aldı. İnebolu hattından Ankara (331 km) ve Sakarya (465 km) öküz arabaları üzerinde silah ve mühimmat taşıdı. Bir gün İnebolu'dan cepheye mühimmat taşırken; kar yağışlı ve soğuk havada montunu cephanenin üzerine örttü. Bu sırada Mustafa Kemal Paşa ve beraberindeki heyete denk geldi. Ancak onu tanıyamadı. Mustafa Kemal Paşa, cepheye taşıdığı mermileri kendi hayatından daha çok önemseyen bu askerden çok etkilendi ve ona "neden üzerindeki montu mermilerin üstüne örttün? Üşümüyor musun?" sorusunu yöneltti. Halime, "benim üşümem hiç önemli değil, bu cephane; yüzlerce, belki binlerce askerimizi koruyacak" dedi. Kimi kaynaklara göre ise, "Bey, yüz bin kişi kurtulacak, ben öleceğim de ne olacak?" sözlerini sarf etti. Mustafa Kemal Paşa kafa kağıdını (kimlik belgesini) istediği Halime'nin kadın olduğunu görünce, "Sen kız mısın?" diye sordu ve "evet" cevabını aldı. Paşa yaverine Halime ile ilgili tüm bilgileri not aldırarak Ankara'ya döndü.
9 Haziran 1921'de Yunan gemileri Georgios Averof ve Kilkis, İnebolu'yu bombaladığı sırada ayağına gelen şarapnel parçası nedeniyle ağır yaralanarak ordudan ayrıldı.
Savaşın sonunda Mustafa Kemal Paşa ve eşi Latife Hanım ile görüşmesi için Ankara'ya davet edildi. Çankaya köşkünde 15 gün ağırlandı. Bu sırada Çavuş rütbesine yükseltildi ve İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.
Paşa'nın 'seni yollamıyorum, bizim kızımız ol "sözlerine "annem ve babam beni bekler" yanıtını verdi. Paşa tarafından çeşitli hediyelerle birlikte evine yollandı ve kendisine aylık bağlandı.
1934'te soyadı kanununun çıkarılmasından sonra KOCABIYIK soyadını aldı. Hiç evlenmedi, kardeşinin oğlu Sadık KOCABIYIK'ı evlat edindi. Kastamonu'nun Duruçay köyünde 20 Şubat 1976 yılında vefat etti. (Devam EDECEK)