Ahmet DURKAYA

’KUL HAKKI…’

Tam olarak şu demek: Patron diyor ki: “İşine gelirse… Bana ve teklif ettiğim şartlara uymaya mecbursun; çünkü başka çaren yok?”


Ahmet DURKAYA


’KUL HAKKI…’

Tam olarak şu demek: Patron diyor ki: “İşine gelirse… Bana ve teklif ettiğim şartlara uymaya mecbursun; çünkü başka çaren yok?”


KUL HAKKI!

En tehlikeli hak ihlali..

Millet olarak büyük badirelerden, ekonomik buhranlardan geçiyoruz. Ağır imtihanlar ve amansız hastalıklarla mücadele ediyoruz.
Öncelikle şunu söylemek gerekir ki: Bu kaotik dönemin bir an önce son bulması için devlet ve milletçe çaba göstermemek sadece kendini düşünmek bizim hiçbir değerimizle örtüşmemektedir.

‘Hak’ denilince akan sular durur, ama bazı insanlar durmuyor, yedikleri kul hakkını kâr sayıyorlar. Aşırı fırsatçılık yapıyorlar. Oysa yenen hak, kâr değil, kordur; yakar, kavurur, bitirir! Zira mazlumun âhı ile Rabbi Rahim arasında perde yoktur. Ah alan, asla iflah olmaz.
Her haksızlık, aynı zamanda hırsızlıktır. Hak yemek; maldan, zamandan, huzurdan, mutluluktan bir şeyler çalmak demektir.
Ecdat “Ağlayanın malı, gülene hayır etmez” der. Hele de milletin malını yiyenin hayır bulması, mutlu olması mümkün değildir. Çünkü bir şahsın malını yiyen belki bir şekilde helal ettirebilir, ama bütün bir topluma ait kamu hakkını yiyen, bu vebalden nasıl kurtulabilir ki?
Peki, bir Müslüman, kul hakkı yemenin günahını bilmez mi? Kul hakkı yemenin haram olduğunu duymamış olabilir mi? Kaldı ki vicdan bunun yanlışını söyler durur, insanlığını yitirmemiş olana… Şehit olanlardan bile, kul hakkı kaldırılmaz, inancımıza göre…

Şimdi, bu noktada durup düşünmek ve ürpermek gerek: Müslüman patron, işçisini asgari ücretle çalıştırıyor. Biliyor ki bu işçi, bu para ile geçinemez. Ama “çalışmıyorum!” da diyemez… Ne yapacak, başka bir iş bulması da mümkün değilse. Modern kölelik değil midir, mecburiyetten katlanılan bu durum?

Bu ne demek? Tam olarak şu demek: Patron diyor ki: “İşine gelirse… Bana ve teklif ettiğim şartlara uymaya mecbursun; çünkü başka çaren yok?”
Bir garibin çaresizliğini böylece istismar ederek, onu modern bir köle haline getirip kullanmak, Müslüman bir işverene yakışır mı? Bu şekilde mecbur kalarak çalışan işçi, patronu hakkında ne düşünür? Herhalde iş sahibine rahmet okumayacaktır. Bu garipler, her fırsatta işten ve işverenden şikâyet ederler; haklarını helal etmeyeceklerini söyleyip dururlar.

Hakka inanmış bir patron, çalışanının hali ile hâllenir. Kendisiyle, işçisini eşit görür, adam yerine koyar, emeğine saygı duyar. Derdine ve sevincine ortak olur. Birlikte, kuyruğa girer, birlikte aynı yemeği yer. Bayramını, kandilini kutlar. Birlikte ibadet eder. Müslüman işveren, işçisinden helallik alır. Başarısını fark eder, kutlar. İyiliğine teşekkür eder… Hata ettiyse hiç çekinmeden özür diler.

Aksi halde, sonuç, bereketsizliktir, başarısızlıktır, huzursuzluktur, hastalıktır, iflastır ya da kazandığından hayır görmemektir…

Bir de çaresizlikten asgari ücret verenler var ki, bunlar konumuzun dışındadır. Bildiğim bir işveren, işçisinden özür diliyor ve diyor ki: “Kardeşim, emeğinizin hakkı elbette bu değildir. Ancak bizim de şu an için daha fazla verme imkânımız yoktur. İsterseniz birlikte çalışalım, işi geliştirelim, hep birlikte daha çok kazanıp daha fazla paylaşalım. ‘Olmaz’ diyorsan, serbestsin, başka bir iş arayabilirsin.”
Bu konuda samimi olan nicelerini gördüm. İyi niyetle işlerini düze çıkardılar ve işçilerini de hak ettikleri ücretlerle sevindirdiler, ailelerinin bir ferdi haline getirdiler, bol bol dualarını aldılar.

Bazıları ise bir türlü büyüdüğünü ve kazancının çoğaldığını kabul etmedi. Ücretlere zam yapmadı. Üzdü, kızdırdı, kaçırdı. İşin daha da kötüsü, beddua aldı. Düşünmedi ki, mazlumun ahı her perdeyi deler geçer, Rabb’e kadar ulaşır.
Hak yemek zulümdür. Zulüm daima berbat eder.
“Zulm ile âbâd olanın akıbeti berbat olur”

İslam toplumu, her kesimiyle kaynaşmış, kardeşleşmiş, bir ve beraber olmuş bir toplumdur. Patronu işçisiyle, yöneticisi vatandaşıyla, amiri memuruyla… Ancak haklar yendiği, zulüm yapıldığı ve gurur enaniyet yapılarak üstünlük taslandığı yerde, ne birlik kalır ne de beraberlik… Ne İslamiyet kalır ne insaniyet…

Tarih boyunca, toplumları en çok dinamitleyen ve kargaşaya iten anlayış, “Sen çalış, ben yiyeyim!” anlayışıdır. Bu anlayıştaki zengin, kendinde fakiri ezme ve sömürme hakkını görmektedir. Dünya üzerinde meydana gelmiş en büyük ve kanlı hercümerçler, bu yüzden çıkmıştır.
Bu kargaşaların en az yaşandığı toplumlar da Müslüman olanlardır. Çünkü İslam’da kul hakkı, çok güçlü ve alternatifsiz bir ibadet olarak yer almıştır. Müslüman’ın olmazsa olmazıdır. Müslüman’ın gasp edilen her hak karşısında, büyük bir sorumluluğu vardır. Efendimiz aleyhisselatu vesselam, “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytan’dır!” buyurur.

Müslüman, nerede, ne zaman, kimden kime, nasıl ve ne şekilde olursa olsun, yapılan her haksızlıktan sorumludur. Yer yurt kavgası yapmaz. İşini gücünü halletmek için her şeyi mübah kabul etmez. Hakkı anlatır, hakikati yayar, adaleti yüceltir.

Unutmayalım ki;
Kendisini, dünyevi ve uhrevi geleceğini düşünen, kul hakkı yemez; işçisinin üç kuruşuna asla tenezzül etmez.