Zannetme bu dünya seninle döner,
Sen yoksan saatler durur zannetme.
Zannetme sen gidersen yıldızlar söner,
Gelmezsen denizler kurur zannetme.
Bir gün yorulursun yol bile olsan.
Denize kadarsın sel bile olsan.
Olmaz ya, dikensiz gül bile olsan,
Güller hep tomurcuk kalır zannetme.
Cahit ZARİFOĞLU
Baban için ya da annen için "tahtadan kaşık oyarsan, çocuğun da senin için öyle bir kaşık oymak için ağaç arar", öyle anlatırdı (babaannem) nenem. Sanırım büyükler için hak ettikleri saygıya vurgu yapan bir kıssadan hisseydi anlatmaya çalıştığı.
Onlar seferberlik çocuklarıydılar...
Kaybettikleri; anne, baba, kardeş ve ailelerinin diğer büyüklerinin tüm hasreti ve özlemlerinden dönüştürdükleri sevgiyi çocuklarına ayrımsız, eşit dağıtmışlardı ve bu sevginin arasında kimseyi sokmak istemezlerdi.
Gelin ve damatlar, çocuklarının korunması gereken kişilerdi adeta. Çünkü aralarında sürekli bir çekişme vardı Özellikle babaannemin...
Belki de çok genç kaybettiği oğlunun, yüreğindeki sızısıydı buna sebep...
Annemin gözlerinde görürdüm babaannemin hırçın silkeleyişlerinden kaynaklanan hüznü. Ama hiçbir şey anlatmaz, çoğunlukla gözyaşlarını saklardı.
Sık sık dert ortağı küçük halamı ziyarete giderdi. Elimden tutup benimle birlikte...
Nenemle ilgili konuşmalarına için için kızardım ve bu sebeple çoğu zaman gitmek istemez ve annemin üzülmesine içim acısa da itiraz ederdim.
Bugün olsa...
Dünyanın öbür ucunda dahi olsa...
Elini tutmak, kokusunu ciğerlerimin en alt hücresine çekmek için,
Koşulsuz, şartsız, uçarcasına giderdim.
Babam! Babam için;
Dünyanın tüm yükünü omuzlarıma yükleseler, of! demezdim.
Biliyor musunuz? Ben şanssız şanslılardanım! Küçük yaşlarda kaybettiğim çok genç iki insan için...
Onları ne kendim ne de ailem (eşim, oğlum ve kızım) kırmadığımız kıramadığımız için.
Bugün size bir annenin hüzünlü hikayesini alıntılayarak anlatmaya çalışacağım.
Babası öldükten sonra biz karı koca çalışıyoruz seninle ilgilenemeyiz bahanesiyle 80 yaşındaki hasta annesini huzurevine yatıran oğlu çok seyrek de olsa annesini ziyarete gidiyordu.
Yaşlı kadın oğlunu dünyaya getirdiğinde tam 40 yaşındaydı. Bundan önceki çocukları yaşamamış bu oğlunu da kurbanlar keserek büyütmüştü. Tek evlatlarıydı. Bir şey olacak diye üzerine titriyor oğlunu bütün kötülüklerden korumaya çalışıyordu. Oğlu o gün huzurevinden bir telefon aldı. Telefondaki ses "anneniz ağır hasta. Her an ölebilir. Sizi görmek istiyor." dedi. Oğlu hemen acele ile arabasına binip oraya gittiğinde annesinin zor nefes aldığını gördü. Eli kolu hareket etmiyordu. Oğlu annesinin ölmek üzere olduğunu anlamıştı. Annesinin ellerine yapışıp "annem sakın beni bırakma. Senin için ne yapabilirim annem ne olur bir ses ver" dedi. Anne ise feri sönmüş gözleriyle uzun uzun oğlunun gözlerinin içine baktı. Zor duyulur kısık bir sesle "oğlum artık çok geç ama, isteseydin çok şey yapabilirdin." dedi. "Ama yapmadın, yapamadın! Biliyor musun? Çoğu akşam yemek yetişmediği için aç yattım. Buzdolabım yoktu, bir bardak soğuk suya hasret kaldım. Ağzımı şapırdatarak yemek yedim diye beni burada hor gördüler. Sıkıldığımda temiz havaya çıkaranım olmadı. Ve en kötüsü de altımı ıslattım diye bana burada zulmettiler. Yemek yerken üstüme döktüm beni hırpaladılar. Hatta hiç acımadan dövdüler. Ayda bir kere banyo yaptırdılar. Kirden vücudumda yaralar oluştu. Gelip de yaramı saran, nasılsın? diyen olmadı evladım.
Bana bunu yapanlar, arkası kuvvetli olanlara bunu yapamadılar. Çünkü onların ilgilenenleri vardı. Evlatları geliyordu. Sevenleri vardı. Her gün ziyaretlerine geldiler. Ben ise hep yalnızdım, kimsesizdim, sahipsizdim. Yapayalnızdım! Oğlum. Sanma ki yalnızlık kimsesizliktir.
Asıl yalnızlık, kimsen varken kimsesiz kalmaktır. Biliyor musun?..
En çok da sevgisizlik acı verdi bana. İnsan her zaman eceliyle ölmezmiş. Bazen de yaşarken ilgisizlik ve sevgisizlik yüzünden ölür oğlum.
Sen büyürken, ben bütün sevgimi verdim sana. Gözünden akan bir damla yaşa kıyamadım. Ayağına taş, gözüne yaş değmesin diye yıllarca uğraştım. Sen küçücük bir çocukken seni hiçbir yere bırakmazdım. Ben seni hiçbir yere bırakmazdım biliyor musun?
Öyle savunmasızdın ki, öyle masumdun ki, kimseye güvenip bırakamazdım seni. Yanımdan hiç ayırmazdım.
Hatırlar mısın? İlkokula gittiğin o yılları. Kışın kuzine sobası yakardım, sen seversin diye Sen gelmeden yemeği hazır eder ve sobanın üzerine koyardım. Sen seviyorsun diye sobanın fırınında birkaç tane küçük patates pişirirdim. Bayılırdın okuldan geldiğinde onları yemeye. Okuldan gelir gelmez hemen sobanın yanına koşardın. İlk işin hemen tencereye bakmak olurdu. Genelde en sevdiğin yemekleri yapardım. Ellerin üşümüş diye avuçlarımın arasına alır onları öper ısıtırdım.
Şimdi beni nasıl olup da tanımadığım insanlara teslim ettiğini düşünüyorum.
Gözden çıkarılmış bir eşya gibi hissediyorum kendimi. Yıpranmış, işe yaramaz. Sen evinde bırak bir odayı, bir köşeyi bile bana çok gördün, masada fazladan bir tabak olsun istemedin. İsteseydin, hiç sesimi çıkarmadan bir köşede otururdum. Sana hiç eziyet etmezdim. Ah be oğlum. Her şeyi sığdırdın da evine bir beni sığdıramadın! Ah kuzum! sen terk edilmiş nedir bilir misin? Terk edilmişlik, ölmeden mezara konmuşluktur.
Ölene imrenilir mi hiç? Ben her gün imrendim, imreniyorum.
Kimin öldüğünü duysam "Allah'ım darısı başıma" diyorum. Hayaller, umutlar, mutlu zamanlarmış. İnsanı ayakta tutan. Onlar yoksa zulüm oluyormuş yaşamak.
İşte böyle!
Artık her şey için çok geç. Senin benim için yapacağın hiçbir şey kalmadı.
Ben her şeye alıştım da bir şeye alışamadım oğlum!
Sadece senin özlemine alışamadım.
Feri sönmüş gözlerinden iki damla yaş yuvarlanıp yanaklarında dondu annenin.
Oğlu duydukları karşısında kahrolmuş ne yapacağını bilmez halde "Anne bana bunları neden şimdi söylüyorsun? Daha önce neden söylemedin?" Dedi.
Annesi, "nasıl söylerdim ki, sen beni koskocaman evinde bir köşeye sığdıramamış, bana buraya layık görmüşken nasıl söylerdim." Seni rahatsız etmek istemedim oğlum.
Benim için artık çok geç. Benim için geç de ben asıl senin için üzülüyorum. Çünkü sen yaşlandığında, çocukların seni buraya bırakırlarsa benim dayandıklarıma sen dayanamazsın oğlum.
Unutma ki NE VERİRSEN ELİNLE, O GELİR SENİNLE!" Dedi.
Ve gözlerini kapattı. Belli ki bu onun son konuşması, son vasiyetiydi.
Gücü tükenmişti. Bir saat sonra sıkı sıkı tuttuğu oğlunun eli, ellerinden kayıp düştü.
BİR ANNE DAHA İÇİ ACIYARAK HAYATA VEDA ETTİ...