Neme lazımcılık, modern zamanların bireyci ve rahatına düşkün yaklaşımının bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Toplumun ve yöneticilerin “neme lazımcılık” dediğimiz bu kayıtsızlık hali, aslında bir tür ahlaki çöküşün işaretidir. İnsanların yalnızca kendi çıkarlarına odaklandığı, İslam coğrafyasında yaşanan zulümleri, toplumsal sorunları ve adaletsizlikleri görmezden geldiği bu anlayış, uzun vadede bireyleri de olumsuz etkiler. Çünkü toplumun temel değerleri zayıfladığında, bireylerin huzur ve güvenliği de tehlikeye girer.
Bu bağlamda, “neme lazımcılık” sadece bir davranış biçimi değil, aynı zamanda toplumun dayanışma ve empati bağlarını koparan da bir tutumdur.
Çözüm ise bireylerin ve yöneticilerin kendilerine düşen sorumluluğun farkında olması ve dünyaya geliş amacına uygun davranmasından geçer. Herkesin bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” anlayışını terk edip, Taşın altına elimi koymalıyım” demesi gerekir. Çünkü sağlıklı bir toplum, ancak bireylerin birbirine destek olduğu ve ortak sorunlara duyarlı yaklaştığı bir zeminde inşa edilebilir.
Neme lazımcı bir tavrın, bizi ülke, millet ve ümmet olarak nerelere götüreceği, ne gibi sonuçlara sebep olacağını 500 sene önce Kanuni Sultan Süleyman’ın ve Yahya Efendi hazretleri arasında yaşanan bir olay çok güzel anlatmaktadır.
“Kanuni Sultan Süleyman, devletini olabilecek en yüksek seviyelere çıkarır; ama “Günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı?” diye de zaman zaman düşünür… Birçok meselede olduğu gibi, bu endişe edilecek düşüncesini süt kardeşi meşhur âlim Yahya Efendi’ye açmaya karar verir. Keşfine, kerametine inandığı Yahya Efendi’ye el yazısıyla bir mektup gönderir: “Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de, bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlale uğrar mı?” diye özetler endişesini. Devrin kudretli sultanı Muhteşem Süleyman’dan gelen bu mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı ise gayet kısadır: “Neme lâzım be Sultanım!” Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bu söze bir mana veremez, endişesi daha da artar. Zira Yahya Efendi gibi bir zat, ciddi bir meseleye böylesine basit bir cevap vermezdi, vermemeliydi… Söylenmeye başlar: “Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?” Kalkar, Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gider. Bu sefer sitem dolu bir şekilde: “Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!” diyerek, sorusunu tekrar sorar. Yahya Efendi duraklar: “Sultanım, sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim.” “İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “nemelazım be sultanım!” demişsiniz. Sanki ‘beni böyle işlere karıştırma’ der gibi bir mana çıkarıyorum.”
Yahya Efendi bunun üzerine, ibret dolu şu tarihi cevabı verir. “Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlıklar ayyuka çıksa… İşitenler de nemelazım, deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de, çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, gizleseler, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da, bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayiş ve emniyete vesile olan, itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir…” Söyleneni dinlerken ağlamaya başlayan koca Sultan, başını sallayarak da bunları tasdik eder. Söz bitince ikazlarının devamı için tembihte bulunur süt kardeşine. Sonra da zamanında kendisini ikaz eden böyle bir âlim olduğu için Allah’a şükrederek oradan ayrılır.”
Evet, yaşanmış hikayeden alınacak bir değil binlerce ders var. Yahya Efendi’nin sözleri, sadece geçmişte değil, günümüzde de son derece anlamlı ve yol gösterici nitelikte.
Rabbim sorumluluklarını ve görevlerini gereği gibi yerine getirenlerden eylesin.
Yeni bir yazıda buluşmak dileğiyle.