Ferman Karaçam


Raşit Küçük Hoca İle Hayat Hikayesini Konuştuk - 4

Efendim, bu tabi büyük bir felaket, ümmetin başına gelen hakikaten dehşetli bir şey. Mesela bir Kur’an-ı Kerim saklanmış, evimizde çatının arasına, yazma bir Kur’an-ı Kerim. Yıllar sonra evin çatısı kaldırılınca oradan o kitap çıktı ama okunabilir hiçbir hali kalmamıştı. Güzel bir yazıymış aslında ama öyle gitmiş. Bu kadar okuma yazma bileni olan bir köyde o kitaplar hep zayi olmuş, pek nadir saklayanlar olmuş.


Türkiye'nin yetiştirdiği en değerli ilim insanlarımızdan Prof. Dr. Raşit Küçük Hoca, Hadis konusu başta olmak üzere çok yönlü bir alim olarak birçok alana damgasını vurmuş, çok sayıda insan yetiştirmiştir.

Bugün ülkemizi yöneten en üst düzeydeki şahısların gerek yetişmesinde, gerekse onlara danışmanlık yaparak yönetme başarılarında önemli pay sahibidir.

Bugünden itibaren onun hayat hikayesine dair kendisi ile yaptığımız konuşmalarımızı yani hayat hikayesini burada her pazar sizlerle paylaşmaya çalışacağız.

Hoca ile yaptığımız bu konuşmalarımızı, “Raşit Küçük, Hatırımda Kalanlar” adı ile Hayat Yayınları kitap olarak yayımladı.

İnşallah bu vesile ile kitap gündeme gelir ve umuyor, diliyoruz ki, Hocamızın; Türkiyenin en ücra köylerinden birinden başlayan, başarılarla dolu hayat hikayesi genç nesillerimize yol gösterici olsun.

TOPRAĞA GÖMÜLEN KİTAPLAR

FK: Hocam, doğum tarihinize bakınca oldukça önemli yakın tarih bilgilerine tanıklık ettiğiniz anlaşılıyor.

RK: Evet tabi, bazı önemli kişileri ve olayları hatırlarım: köyümüzde, Kadı Efendi olarak yaşamış insanlar, sarıklı, fesli insanlar vardı.

Camiin önüne gelirlerdi ama küçük yaştaydım ben o zaman.

Sonra tabi köyde, her yerde olduğu gibi, Kur’an-ı Kerimi öğrenme, okuma ve bulundurma yasaklanınca, rahmetli nenem bu şehit olan dedemin kitaplarını iki merkebe yüklemiş,

tarlaya götürüp dökmüş, korkusundan. “Senelerce orada, tarlanın kenarında onlar öyle eridi, çürüdü gitti” derdi. Köyde çok kitap atılmış, mağaralara gömmüşler.

Efendim, bu tabi büyük bir felaket, ümmetin başına gelen hakikaten dehşetli bir şey.

Mesela bir Kur’an-ı Kerim saklanmış, evimizde çatının arasına, yazma bir Kur’an-ı Kerim.
Yıllar sonra evin çatısı kaldırılınca oradan o kitap çıktı ama okunabilir hiçbir hali kalmamıştı.

Güzel bir yazıymış aslında ama öyle gitmiş. Bu kadar okuma yazma bileni olan bir köyde o kitaplar hep zayi olmuş, pek nadir saklayanlar olmuş.

Kur’an-ı Kerim’leri bir yerlere koyup gizleyenler olmuş, diğer kitaplar hep gitti. Hatta daha sonra bahsedeceğim Remziye Hanımefendinin evinden, Kadı Efendiden kalma,

tabedilmiş çok kıymetli bir Kur’an-ı Kerim çalındı.

O çok büyük bir Kur’an-ı Kerim’miş.

Çalan kişi İngilizlere satmış.

FK: Çalındı mı?

RK: Tabi, tabi çalındı.

Ben Antalya’da macerasını daha sonra dinledim.

Adam Kur’an-ı Kerim’i sattığı parayla da, Kapılı Han diye bir yer vardı, orada bir buçuk dükkân almış. Bayağı büyük para ediyor tabi.

Çok güzel bir Kur’an-ı Kerim’miş. Tamamen 24 ayar altın varaklı ve büyük boy bir Kur’an-ı Kerim’miş.

O çalındıktan sonra bu Kadı Efendi’nin oğlu Nusret ağabey dengesini kaybetti.

O da sanatkârdı, hatta sanat mektebinin yüksek kısmını okumuş.

Fakat tabi evden çalınması, o evin yakınlarından birinin eliyle olduğunu çok belirgin gösteriyordu.

60’lı yıllarda o civarda her yerde bu yasaklar olmuş, sonra korkmuşlar. Korkulduğu için mesela bizim köyümüzde neredeyse Kur’an öğreten yoktu.

Çok korkuyorlardı.

Hâlbuki hocalar vardı, mesela yukarı mahalle camiinin hocası Behçet Efendi vardı.

Daha sonra Münir Hoca, aşağı mahallede Eyüp Hoca ve Karahamzaoğlu diye bir başka hocalar..

Bunlar kendi köylülerimiz.

Bunların hepsi Kur’an-ı Kerim okurdu, gayet de iyi okurlardı ama öğretmeye korkarlardı, öğretmezlerdi.

KÖYÜMÜZ HEM KADILAR HEM ŞEHİTLER KÖYÜDÜR
 
FK: Daha önce baba tarafından kökeninizin Türkmenistan’a dayandığını söylemiştiniz.

Sadece sizin dedeleriniz mi, yoksa köyünüzden başkaları da mı Türkmenistan’dan gelmiş?

RK: Bildiğim kadarıyla, köyümün geneli Orta Asya’dan, büyük çapta da Türkmenistan’dan göç etmiş ailelerdir.

Bizim tarafta Yörük yoktu.

Yakın köylerde, yani Akseki’de de Yörük hatırlamam. Belki yüksekteki birtakım köylerde vardır ama bizde yoktu.

Hatta Yörükler gelir, Manavgat tarafından bizim ineklerimizi, keçilerimizi, koyunlarımızı alır götürürler yaylaya, yazın orada otlatır, getirir teslim ederlerdi. Akseki tarafı İslamlaştıktan yani fethedildikten sonra bir daha düşman işgaline hiç uğramamış bir yer.
Selçukîler zamanında fethedilmiş.

Köyümün ismi de zaten Menteşbey.

Gerçi eski adı Gödene. Orada Gotenna diye bir küçük krallık varmış. Kalesi falan olan bir yer, ama sonra Gödene şeklinde kalmış.

Ben doğduğumda adı Gödeneydi.

Sonra çocukluk yıllarımdaydı, köy adlarını Türkçeleştirme başlayınca, bir ara Gökbey yapıldı, köylüler bunu istemediler.

Türkmenistan Göktepe tarafından gelenlerden bir kısmı da
“Gökbel veya Göktepe olsun” demişler.

(Devam Edecek)

https://www.haber7.com/yazarlar/ferman-karacam/3491752-rasit-kucuk-hoca-ile-hayat-hikayesini-konustuk-4