Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.
Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur. Bir milletin sanat yeteneği güzel sanatlara verdiği değerle ölçülür.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
İnsan yaratıcılığının becerisinin ve hayal gücünün ifadesi ve uygulaması olarak tanımlanan "sanat" çoğu görsel olarak deneyimleniyor ve çoğu sanat türü ise yedi farklı sanat dalından biri olarak kategorize edilebiliyor.
Sanat; Güzel sanatların geleneksel altı dalına (resim ve heykel, mimari, dans, tiyatro, edebiyat ve müzik) sonradan eklenen sinema sanatı ile birlikte yedi ana daldan oluşmaktadır.
Sanat (astar, şekil, form, boşluk, doku, değer ve renk gibi) belirgin özelliklerle tanımlanır. Sanatçılar, bu yedi unsuru birleştirerek eserlerini oluşturur. Her sanat eseri, bu unsurların tamamını içermese de en azından ikisini bünyesinde barındırır.
İlk sanat dalı resim ve heykel olarak bilinir. Tarih öncesi dönemlerde mağara duvarlarına çizilmiş resimler ve taşa verilen şekillerden günümüze ulaşan birçok örnekler mevcuttur.
Genel bir tarif olarak, bir düşünceyi ya da bir görselliği en güzel şekliyle yansıtan veya ifade edebilen kişiye "sanatçı" diyoruz.
Sanatçı çoğunlukla (sanatkâr) zanaatkâr ile karıştırılmaktadır. Zanaatkâr, herhangi bir maddeyi faydalı olsun diye yapar ve ortaya getirir; sanatçı ortaya getirdiği materyali güzel ve özgün olsun diye işler.
Sanatçı eserini; insanın duygularına hitap eden, öncelikli olarak amacı estetik haz uyandırmak olan, çeşitli malzemeler ile bizzat kendisi tarafından meydana getirilen özgün ürün olarak tanımlar.
Zanaat, varlık amacı yararlı olmak olan ve ürettiği eserlerden maddi kazanç sağlayan günlük ihtiyaçları karşılamaya yarayan ürünler meydana getiren meslektir. Zanaat sermayeden çok nitelikli emeğe dayalıdır; öğreniminin yanı sıra el becerisi ve ustalık gerektirir. Bu tür mesleklerin erbabına "zanaatkâr" denir.
Yukarıda sıraladığım özelliklere haiz birçok insanla karşılaşırız günlük hayatımızda. Yolda, alışverişte ya da seyrettiğimiz bir dizi, sinema filmi veya tiyatro sahnesinde.
Sahnelediği eserdeki oyunculuğuyla...
Tuvaldeki fırça darbelerinde veya dokunduğumuzda bozacağımız endişesi taşıdığımız bir heykelin kıvrımındaki ince ustalıkta...
Bazıları ise Allah'ın bahşettiği güzel ses ile icrasını sanat olarak değerlendirip, kendilerini sanatçı olarak addetmekten beis duymazlar. Tabii ki bu sesinin güzelliği takdir edilmelidir bir icracı olarak ama, sanatçı olarak değerlendirmek...
Sanatçıların çoğuna hak ettikleri değer ancak terk-i dünya ettiklerinde verilmiştir kanaati hakimdir toplum hayatımızda ve örnekleri yadsınamaz kadar çoktur.
Bir de "sanatçı duygusallığı" hakimdir ve sanatçı, aykırılığı duygusallığının olmazsa olmazı sayar.
Aslolan toplumun dertleriyle dertlenen duyarlılıktadır sanatçı. Tıpkı eserlerindeki gibi "özgün" kişilikte...
Aykırılık ve başkaldırı değildir. Toplumsal değerlere saygıdır sanatçı davranışı.
Birçoğu, hayatın zorluklarıyla mücadele ederek bugün kendilerini atfedilen saygı ve değeri kazanmışlardır. Bazıları da bu hayat kavgasında kayıplar yaşamış ve içimizi acıtan son ile aramızdan ayrılmışlardır.
Sizlere" Çukur" dizisinin "İdris" babası Ercan KESAL’ dan yaşama dair bir anekdot ile yazımı nihayetlendirmek istiyorum.
"12 Eylül askeri darbesinde bizi yurttan attılar. Bayağı sokağa düştüm ben. Yani gidecek yerim de yok o zamanlar da zor zamanlar.
Kimsenin de evine böyle destursuz falan gidemiyorsun falan. Babama da bir şey diyemiyorum rahmetliye.
"İyi misin oğlum?"
"İyiyim!" falan diyorum.
"Beni yurttan attılar." diyemem ki.
"Niye attılar?" falan diyecek.
Ben bayağı sokaklarda yattım uzunca bir süre...
İzmir şehirlerarası otobüs terminalinde yattım. Saat beşe altıya kadar falan işte. Okul, ondan sonra gidiyorum.
Eeeee şehirler arası otobüs terminalinde. Gece sabaha kadar uyuyordum bankta. Yolcu zannediyor insanlar beni.
Tıp fakültesinde öğrenciyim.
Sonra fakülteyi keşfettim, koridorlarını falan. Çok büyük karanlık koridorları var. Boş odalar var. Geceleri acilde çalışıyordum stajyermiş gibi. Sonra da orada yatıyordum hastanede. Kendi hastanemde kalıyordum.
Şimdi aradan yıllar geçti, çok uzun yıllar...
Aktörlük yaptım. Senaristlik yaptım. "Bir Zamanlar Anadolu'da" filmiyle biz Cannes Film Festivali'ne gittik. Majestik Otel diye böyle yıldız sayısı belli olmayan bir acayip bir otelde kaldık. Fazlasıyla lüks bir yer. Vallahi tıp fakültesinin koridorlarındaki yatağım ya da şehirler arası otobüs terminalindeki banktan bir farkı yoktu benim için.
Anlatmak istediğim tam olarak bu. Asıl önemli olanın esasında şehirlerarası otobüs terminalinde böyle bankta çantaya dayadığın kafanın içi...
Oradaki rahatlık, oradaki vicdan duygusu...
Eğer Majestik Otelinde kuş tüyü yastığına koyduğun başının içinde duruyorsa...
Bence asıl sizi uyutan, yani yerinizi değil de yerinizin konforunu değil de uykunuzun konforunu belirleyen şey, sizin o vicdanınız. Yani başınızı koyduğunuz yastık.
Bazen bu bir çanta, bazen de kuştüyü yastık olsa da sizi uyutan şey başka..."
Bu yazdıklarım acaba birileri için bir şeyler ifade ediyor mu???
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız tüm Ulusumuza kutlu olsun.
SONSUZA KADAR