İmralı seyahati ‘tarihe tanıklık’ anlamına gelecek biçimde geçmemişe benziyor. Giderken gittiklerini, döndükten sonra görüşmede geçenleri saklamaya çalışmaları bana bunu düşündürdü.
Keşke sürecin her ayrıntısına sahiplik edebilecek durumdaki MHP lideri Devlet Bahçeli üç arkadaşını yanına alıp adaya kendisi gitseydi.
İlk süreç -2013-2015- sırasında kürsüden iktidara urgan atan MHP lideri, adada görüşmeler devam ederken, içinde “Varsın sonumuz darağacı olsun” cümlesinin de geçtiği bir konuşma yaptı. Oysa, Abdullah Öcalan’a ‘umut hakkı’ istediğinde yasalardan idam cezasının kaldırılmasını artık içine sindirmiş olduğunu sanmıştım.
Süreci başlatan Bahçeli idi; sonrasında atılan her adımda ön alıcı çıkışlarıyla yol gösteren de, adaya gitme konusunda yaşanan tereddüdün aşılmasını sağlayan da yine oydu. Değişik partilerin üyelerinden oluşan bir heyet yerine, onun ve arkadaşlarının adaya gitmesi ile, ziyaret, amacına daha kestirmeden ulaşabilirdi.
Tereddüt yaşandığını anlayınca yaptığı “Ben giderim” çıkışını, işte bu sebeple, gerçek bir niyetin dışa vurumu olarak görmüştüm.
Ziyaret, hiç değilse görüntü olarak, amaca tam anlamıyla yaramamış gibi.
Adaya gidenler Öcalan’la aralarında geçen görüşmenin ayrıntılarını kamuoyuyla paylaşmadılar; önce partileri yöneticilerine, sonra komisyona bilgi sunacaklar, gerekli görülürse adada tutulan notlar ilgilisi tarafından açıklanacakmış…
Oysa, böylesine kritik bir konuda atılacak her adımın, gönlü olan-biteni kabulde zorlanan kamuoyunu aydınlatma açısından, PR faaliyeti olarak değeri var.
Herhalde bu zorunluluğu anlamış olmalı ki, gazeteci kökenli eski bir AK Parti milletvekili, ‘içeriden edindiği’ izlenimi alınan bazı bilgileri sosyal medya hesabından paylaştı.
Dediğinin özeti şu: “Kamuoyundaki tüm kaygılar soru olarak yöneltilmiş…”
Neymiş Öcalan’a soru olarak yöneltilen en önemli iki kaygı?
- “PKK fesih ve silahları bırakma kararı aldı ama pratikte bu süreç istendiği gibi neden ilerlemiyor?”
- “Suriye’deki YPG sorunu neden çözülemiyor?”
Şaşırdım.
Nasıl şaşırmayayım; günlük haberleri izleyen sıradan birinin cevabını bilebileceği sorular bunlar…
Adına kısaca ‘Terörsüz Türkiye’ denilmiş, TBMM’nde kurulmuş komisyona ‘Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’ adı verilmiş süreç, daha önce benzer bir tehditle karşı karşıya kalmış ve terörü sonlandırmak için bir örgütle gizli-açık görüşmüş ülkelerin yürüttüğü türe pek benzemiyor.
Kimileri “Devlet projesi” dese de…
Bütün siyasi aktörlerin, küçüklü-büyüklü partilerin süreci kabullenmesi, her safhasına katılması isteniyor, ancak ‘son kare’ dediğim nihai aşamanın ne olduğu kimselerle paylaşılmıyor.
Evet, silahların örgüt militanları tarafından bırakılması hedefleniyor, bunu biliyoruz, ancak bunun karşılığında örgütün ne beklediği pek bilinmiyor…
“Pek” dememin sebebi, ‘örgüt’ ile ifade edilen yapının çok başlılığı kadar, olayın sessiz tanıklarının da bulunması…
‘Sessiz tanık’ kavramıyla ifade ettiğim, örgütün kollarının uzandığı coğrafyada farklı ülkelerin -Suriye, Irak ve Suriye’nin- bulunması ve uzak ülkelerin de konuya görünür ilgisi…
Yalnız ABD değil, Rusya ve bazı Avrupa ülkeleri -ve muhtemelen İran ile İsrail, hatta İngiltere de- denklemin bir yerinde bulunuyor…
‘Terörsüz Türkiye’ ile ifade edilen sonuç bütün bu ülkeler için istenilen bir şey mi acaba?
Yıllar boyunca örgütün arkasında varlıklarının hissedildiğini yetkili ağızlardan işitmeye alıştığımız ‘dış güçler’ yürütülen süreci izlemekle mi yetiniyorlar yoksa başarılı olmaması için alttan alta çabalıyorlar mı?
Türkiye örgütle ve uzantısı olduğuna inanılanlarla görüşerek çözüme ulaşmaya çalışıyor, bunun için daha önce yaklaşılsa bu denli fedakarlık göstermeden sonuç alınabilecek formüllere de katlanılıyor; ancak bu yeterli mi?
Yeterli olmadığına inanıyorum.
On yıl önce akamete uğramış ilk sürecin o akıbeti yaşamasında en önemli rolü MHP oynamıştı ve MHP bu defa bütün gücüyle işin içinde. Bu önemli bir durum; ancak onun süreçte lokomotif rolü üstlenmesine rağmen, iyi niyetli bütün çabalar sarf edildiği halde arzu edilen sonuca erişilemezse ne olacak?
Bu soruyu o duruma düşülmemesi için çok yönlü düşünülmesini sağlamak amacıyla soruyorum.
İnşallah öyle bir ihtimalle karşılaşılmaz.
En iyisi, adanın soru-cevap tutanaklarının açıklanmasını beklemek.
Herhalde açıklanacaktır.
GAZETECİYE CEZAEVİ
Fatih Altaylı’ya programında sarf ettiği bir cümle yüzünden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı tehdit ettiği gerekçesiyle 4 yıl hapis cezası verildi. Cezaevinde kalmaya devam edecek. Hem de ‘Terörsüz Türkiye’ süreci sırasında… Yazımı bir de bu bilgi ışığında okuyun derim.
https://www.karar.com/yazarlar/fehmi-koru/terorsuz-turkiye-sureci-en-kritik-donemecte-1606010

