Işıner Güngör

Türkiye’nin Sanat Yolculuğundaki Aşamalar

Ülkemizin birçok yerine yayılmış olan güzel sanatlar fakülteleri ve sanat kursları aracılığıyla yeni sanatçıların da yetişmesi için çalışmalar yürütülmektedir.


Işıner Güngör


Türkiye’nin Sanat Yolculuğundaki Aşamalar

Ülkemizin birçok yerine yayılmış olan güzel sanatlar fakülteleri ve sanat kursları aracılığıyla yeni sanatçıların da yetişmesi için çalışmalar yürütülmektedir.


Sanatın en önemli fonksiyonu insanın maneviyatını estetik hislerle güzelleştirmeyi amaç edinmesidir. Ürettiği özel ürünlerle duyguları etkileyen, gerçekliği farklı yollarla anlatan ve gösteren bir yöntemler bütünü şeklinde de tanımlayabiliriz. Bilimden aldığı destekle sanat; insanlık tarafından çevremizdeki dünyayı doğru bir şekilde algılamak ve anlamak için de kullanılmaktadır.

Toplumlar kültürlerinin mozaiğini oluşturan ve dünya mirasına sundukları çeşitli sanat tekniklerine ve eserlerine sahiptirler. Türk sanat tarihine baktığımız zaman köklerinin Orta Asya’ya kadar uzandığını görmek mümkündür. Orta Asya’dan Anadolu’ya yerleşen Türkler, beraberinde getirdikleri kültürel anlayışları Anadolu’nun yerel kültürüyle harmanlamışlardır. Osmanlı Devleti zamanında gelişen sanat anlayışı Cumhuriyet’in kuruluşuyla Batılı bir çerçeveye bürünmüştür. Türkiye’de gelişen ekonomik ve sosyal yapıyla sanat eserleri modern açıdan yorumlanmıştır. Kıtaların ve kültürlerin kesişme noktasında olan ülkemizde ilk zamanlarda devlet daha sonralarda üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve özel girişimcilerin destekleriyle sanat anlamında büyük aşama kaydedilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923’ten 1960’a kadar sanat kavramı, Osmanlı İmparatorluğu mirası üzerinden temellenmiş ve yeni kurulan devletin batılı hassasiyetini taşıyan bireysellikteydi. 1960 ve 1970’lerde siyasi konjoktürden kaynaklı sorgulayıcı cevabi niteliklere rastlanmaktaydı. Bu tarihler arasında devlet destekli bir sanat anlayışı vardı. Devlet ideolojisinin izdüşümü sanatın merkezindeydi. Ulaşılması hayal edilen modernizm sanatta imgelemler aracılığıyla ortaya koyuluyordu.

İlerleyen dönemde 1970 ve 1980 arasında sanatta bireyselliklerin ön plana çıktığı ve özgür düşüncülerin sanatla buluştuğu bir zaman dilimiydi. Bu periyotta düşünce özgürleşme ile damıtılmakta, yorumlara ve eleştirilere görsellik eklenmekteydi. Kentlerde yoğunlaşmaya başlayan şehirli nüfusun günlük yaşamının ve küresel sorunlarının açmazında fikirler somutlaşıyordu. Demokrasinin gelişmeye başlaması ve Avrupa’daki akımların yavaş yavaş Türkiye’ye girişiyle modernist resim türü ve minimalist heykel konsepti sanatta kendini hissettirmiştir. Sanat üzerine düzenlenen sempozyumlar ve sergiler Türk çağdaş sanatının Avrupa’ya entegre olmasına kapı aralamıştır.

Teknolojik yeni araçların sanatın hizmetine sunulması 1980’li yıllardan milenyum diye tabir edilen 2000’li yıllara kadar geçen sürede içerik ve estetik mantaliteye yeni özellikler eklemiştir. Fotoğraf ve videonun kullanılmaya başlanması sanata yeni bir boyut kazandırmıştır. Hâkim küresel sanat sisteminin etkileri Türkiye’deki sanatta daha belirgin bir hâl almıştır. Sanatçılar eserlerinde popüler kültürü kendi sorgulayıcı eleştirel bakışa sahip süzgeçlerinden geçirerek yorumlamışlardır. Bu dönemde farklı teknikler denenerek başka disiplinlerden yararlanılmıştır. Simgeler yerine metaforlar kullanılmaya başlanmıştır.

1990’lı yıllara gelindiğinde dünyanın genelini etkileyen değişimler yaşanmaktaydı. 1989 yılında Berlin Duvarı yıkılmış, 1991 yılında Sovyetler Birliği dağılmış ve Soğuk Savaş bitmişti. Liberalizmin yansımaları birçok alanda olduğu gibi sanatta da kendini göstermiştir. Küreselleşme ve liberal politikalar dünyada çok kültürlülüğü teşvik etmiştir. Zamanın şartlarında Batılı ülkelerdeki sanat çevreleri Batı dışındaki ülkelerin modern sanat anlayışını tanımak istiyordu. Türkiye’de ilgi duyulan ülkeler arasındaydı. Avrupa gözünde Türkiye’nin farklı bir misyonu daha vardı. Ortadoğu ve Asya’nın kültürel özelliklerini taşıyan Avrupa Birliği’ne aday modern bir ülke olmasıydı. Avrupa, ülkemiz vasıtasıyla egemen kültürünü diğer coğrafyalarla tanıştırabilme potansiyeline sahipti. Türkiye sadece ticaret açısından Avrupa ve Asya arasında köprü görevi görmüyordu, ayrıca sanat köprüsü olma özelliğini de taşıyordu. Avrupa ile gelişen ilişkiler sadece ekonomik, siyasi ve sosyal açıdan sonuçlar doğurmamış; Türk sanatını ve sanatçılarını da dolaylı olarak etkilemiştir. Bu arada, Türk sanatçılarının Avrupa’daki sergileri süsleyen övgüye layık yapıtlarıyla Türk algısına pozitif katkı sağlamıştır.

1990’lar çok kültürlülük anlayışından hareketle Avrupa ve ABD dışındaki sanatçıların da dünya sanat çevrelerinde tutunmaya başladığı, yavaş yavaş isimlerini duyurduğu yıllardı. Dünyada 1990’lı yıllardan sonra hissedilen liberalizmin sosyal yansımaları ve küreselleşme Türk sanatçıları üzerinde de etkili olmuştur. Türk halkının dış dünya ile daha çok irtibatlandığı bir ortamda sanatçılar da diğer ülkelerle ilişkiler kurmaya başlamıştır. Türkiye kökenli sanatçılar başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesindeki müzelerde ve sergilerde düzenlenen etkinliklerde yer almaya başlamışlardır. Türk sanatçılar bu tür organizasyonlara özel olarak davet ediliyordu. Onların sanat eserlerinin içeriği ve estetiği bir merak unsuru olmasının yanı sıra sanat sistemine uygun özellikler taşıması da önemsenen yapıtlar arasına girmesini sağlıyordu. 

21’inci yüzyılda neo-liberal kapitalist anlayış dünyada birçok alanda hâkimiyetini ilan etmiş, teknolojinin çevrimiçi ilişki modellerine bürünmesi ve iletişim ağlarının gelişmesi 2000-2024 yılları arasındaki sanatı da kendi perspektifiyle yoğurmuştur. Bu yılları kapsayan periyotta müzayede şirketleri yaygınlaşmaya başlamış, sanat fuarları aktif tertiplenmiş ve koleksiyoncuların yatırımlarını artırmıştır. Sanat ürünleri metalaşma vasfının en üst noktasına erişerek, yatırım aracı düzeyine geçmiştir. Bu dönemde sanatçılarda günlük hayattaki pratiklerle kendi özgün sanatlarını ortaya koymuşlardır. Devletin sanattaki belirleyici rolü çağın gerekleriyle minimize edilmiştir. 

Türkiye’nin en büyük şehri ve batıya açılan yüzü olan İstanbul sunduğu yaşam şartları ve hayat kalitesi bakımından bölge ülkeleri arasındaki sanatçılar için cazibe merkezi özelliğini korumaktadır. İran, Azerbaycan, Ukrayna, Rusya ve diğer ülkelerden sanatçılar İstanbul’da kendi kültürel birikimleri üzerine Türk kültür dinamiklerini katarak özgün eserler ortaya koymaktadır. Düzenledikleri sergiler ve etkinliklerle Türk sanatının çeşitlenmesine destek olmaktadır. 

Ülkemizin birçok yerine yayılmış olan güzel sanatlar fakülteleri ve sanat kursları aracılığıyla yeni sanatçıların da yetişmesi için çalışmalar yürütülmektedir. Genç sanatçıların desteklenmesi adına aktif eğitimde olup olmamasına bakılmaksızın burs ve hibeler oluşturmalıyız. Sanat materyalleri yüksek maliyetli ürünlerdir. Düşük gelir grubunun bu ürünlere erişim zorluğu yaşaması sebebiyle sanatı topluma yaymak için bu konuya hassasiyet göstermekte yarar vardır. 

Buna ek olarak, imkânsızlıklar neticesinde fuarlara ve sergilere katılamayan sanatçılara eserlerini sergileyecek alanlar oluşturulmasına yönelik projeler üzerinde çalışılabilir. Böylelikle sanatçılar kendilerini iyi bir şekilde ifade edebilecekler, gelişimleri için ayrı bir motivasyon kaynağı olacaktır. 

Tüm bu bireysel ve toplumsal çabaların toplamı olarak sanat, hayatımızı güzelleştirecek ve yaşamı daha anlamlı kılacaktır.