Yıldıray Oğur

Tarih: 26.11.2025 22:31

Dağdan ‘kandırılarak’ indirilenler…

Facebook Twitter Linked-in

Dağdan ‘kandırılarak’ indirilenler…

Helikopter kalktı, Feti Yıldız, Gülistan Koçyiğit ve Hüseyin Yayman, Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı, İstanbul’dan muhtemelen helikopterle 20 dakika uzaklıktaki İmralı Adası’na indi, 26 yıldır buradaki hapishanede yaşayan Öcalan’la iki saat 50 dakika boyunca görüştü, daha çok Öcalan anlattı ama vekiller de merak ettiklerini sordu ve geri döndüler.

Açıklamayı Meclis’in yapması kararlaştırıldığı için gidip gitmediği sorulan Yayman’ın bir ara Schröndiger’in kedisine dönen durumu da ilerleyen saatler netlik kazandı. O da gitti ve döndü.

İşte bu kadarlık bir şeydi. Türkiye hala tek parça, başkentimiz Ankara, resmi dilimiz Türkçe ve İmralı hala bir cezaevi.

Son 26 yılda İmralı adası doğrudan Genelkurmay’a bağlıyken sorgulama adı altında çeşitli generallerin yaptığı, sonra MİT’in 2005’den itibaren sık sık yaptığı, BDP’li, HDP’li, DEM’limilletvekillerinin 15 günde bir görüşmeyi bir kere de Meclis’in çözüm için kurulmuş komisyonunun üç üyesi de yapmış oldu.

2004’de İmralı adası tamamen askerlerin kontrolündeyken hala o adadan avukatıyla nasıl çıktığı belli olmayan Kandil’e iletilmiş savaş kararı değil barış kararı üzerine konuşuldu.

Meclis başkanlığının ve DEM’in ilk açıklamalarına bakılırsa sorulan sorular ve verdiği cevaplar arasında Suriye de var.

Meclis Başkanlığı açıklamasında “Bu doğrultuda, 27 Şubat’ta yapılan Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı akabinde örgütün kendisini feshetmesi ve silah bırakması yönündeki açıklamaların yanı sıra Suriye’de 10 Mart mutabakatının hayata geçirilmesine yönelik sorulan sorular kapsamında detaylı beyanları alınmıştır” denmişti.

Dün DEM eşbaşkanı Tülay Hatimoğulları da “Bu görüşme, Türkiye'nin uzun süredir beklediği barış ve kardeşlik kapısını aralayan tarihi bir adım oldu. Sayın Öcalan, Kuzey Doğu Suriye özelinde çözüm sürecinin anahtarı olacak bir perspektifi ortaya koymuştur” dedi.

Sadece bu mesaj bile sürece büyük katkı yapacak bir mesaj olacak.

Nitekim, SDG Komutanı Mazlum Abdi de verdiği son röportajda ancak İmralı’nın çözebileceği meselelerden bahsetmişti.

“Bazı konularımız var, mesela SDG’de kuzeyden (Türkiye’den) savaşçıların varlığından söz ediyorlar. Türkiye’den PKK’lı savaşçılardan söz ediyorlar. Bunu ancak İmralı çözüme kavuşturabilir. Çözümü İmralı’nın çağrısına bağlı. Bu yüzden bazı sorunların birinci elden çözümü için Rojava ve İmralı arasında ilişkinin kurulması lazım. Buna hem Türkiye’deki çözüm süreci hem de Suriye’deki sorunlarının çözümü için ihtiyaç var.”

Bu sözler bazılarının ısrarla başından beri reddettiği Öcalan’ın çağrısının muhataplarından birinin SDG ve Suriye olduğunun da açık bir ikrarı.

Nitekim Öcalan’ı neredeyse ilk gençliğinden beri tanıyan Abdi, “Uygun bir yöntemle İmralı’nın görüşleri alındı, görüşlerimiz iletildi. Bazı konuları ancak İmralı çözebilir.⁠ Çözüme olumlu katkı sunacaksa Türkiye’ye neden gitmeyelim? Olumlu görüyoruz. Bizesöylediklerine göre Önder Apo da Rojava yetkililerinin İmralı'yı ziyaret etmesini istemiş. Biz de buna ihtiyaç duyuyoruz” da dedi.

Bazıları hala tam olarak anlayamasa da 50 yıllık PKK’nın her ülkedeki mensubunu birleştiren yegane kimlik hatta Kürtlükten öte en birinci kimlikleri Apoculuk.

Öcalan bu hareketin sadece kurucu önderi değil, yarı Tanrı muamelesi gören ideoloğu, PKK’daki bütün farklı fikirlerin karşısında anlamsızlaştığı önderliği.

Ve PKK üzerindeki ağırlığı örgütünü bir talimatla fesh ettirmesiyle görülen bu kurucu önderlik 26 yıldır Türkiye’de bir hapishanede yaşıyor.

Türkiye bu imkanı bir fırsata çevirmek için de ilk kez bir girişim yapmıyor.

Bölgede yakın tarihin en büyük altüst oluşu yaşanırken, İran Ortadoğu’dan evine doğru geri çekilip, İsrail bölgedeki altı ülkenin başkentini bombalayan askeri bir tehdit haline gelirken, ABD Suriye’den ve Irak’tan çekilme planları yaparken, Filistin’i Lübnan’ı, Suriye’yi dizayn etmek için ABD özel temsilcileri atanmışken, Macron bile bölgede hegemonya peşinde koşarken Türkiye ne yapmalıydı?

Sınırımızın hemen karşısındaki silahlı PKK örgütünün bütün bu alt üst oluşta kimin tarafında kalacağı belirsizken, Türkiye’de bu örgütün milyonlarca taraftarının olduğu malumken, Türkiye’nin kendi sınırlarındaki bir adada 26 yıldır hapis yatan Öcalan’la diyalog kurmasına karşı çıkanların önyargıları ürpertici ve çıldırtıcı türden bir güvenlik zaafı olabilirdi.

ABD eski El Kaide liderini Beyaz Saray’da ağırlarken üstelik…

Türkiye çözüm süreciyle masaya kendi teklifini koymasaydı, PKK masadaki başka cazip teklifleri kabul edecekti.

Öcalan’ın en az 20 yıldır kendi örgütünü 90’lrda anlamını kaybetmiş, kendi kendini tekrara düşmüş anlamsız bir gerillacılıktan siyasi alana çekmek fikriyle de bu stratejik hamle birleşti.

PKK’yı ve ona destek veren kitleleri Türkiye ile entegre etmeye ve sivilleştirmeye çalışan ve bu yüzden dağ yerine en fazla balkona çıkabilen Kürt milliyetçilerinden, Kürt isyanlarının tarihini yazmaktan kendisini de Dayika Bese zannetmeye başlamış tarihçilere, iktidara karşı kendi beceremediği kavgayı Kürtlerin vermesini bekleyen dertsiz tasasız Türk solcularına kadar türlü fikri vasatlardan azar işiten örgütün kurucu liderini hala “teröristbaşı” diye aşağılayarak görmezden gelebileceğini düşünenlerin dar milliyetçiliği ve popülist ulusalcılığı neyse ki bu adıma engel olamadı.

Bahçeli’nin dünkü konuşması, abdestinden emin bir siyasetçiden bir liderlik dersi gibiydi:

“CHP ve komisyonda bulunan diğer partiler İmralı’ya gitmekten sarfınazar etmişler. Varsın etsinler, hiç sorun değil, ondan bundan medet umarak “Terörsüz Türkiye” hedefini takip etmiş olsaydık, onun bunun ağzının içine bakarak izin ve icazet arasaydık böylesi ağır bir sorunu bırakınız konuşmayı, yerimizden bile kıpırdayamazdık. Korkarak yaşayanlar yalnızca hayatı seyreder. Biz seyirci değiliz, hayatın yönünü değiştirme iradesi taşıyan zamanın ve zeminin müşahidi Milliyetçi-Ülkücü Hareketiz Cesaret zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık felaket götürür.”

Peki şimdi ne olacak?

Yakın bir zamanda Komisyon toplanacak ve Öcalan’la görüşen üç milletvekili Komisyon’a görüşmeleriyle ilgili bilgi verecek.

Peki İmralı’ya gitmeyi Öcalan’ın ayağına gitmek olarak gören, meşruiyet tartışması açan, bu adımı kriminalize ederek, bütün sürecin lanetlenmesine, muhalefetle-Kürtler arasındaki duygudaşlığın hasar görmesine neden olan muhalefet partileri ne yapacak bu sırada?

Komisyona girmeyecekler mi, yoksa kulaklarını mı tıkayacaklar?

Yoksa siz elinizi kirlettiniz, sosisi yaptınız, biz de yiyelim o halde mi diyecekler.

Gerçekten nereden baksan hadi kibar olalım anlamsızca.

Üstelik bir miktar pişmanlık da hissedilen gitmeme gerekçeleri siyaseten epey acıklı.

“Erdoğan İmralı ziyaretini savunmadı biz niye savunalım” mesela.

Aslında kimsenin kamuoyu önüne çıkıp herhangi bir şeyi savunması zaten gerekmiyordu.

Cumhurbaşkanı’nın da çıkıp “İmralı bu mevsim çok güzel olur, Öcalan’a benden selam götürün” demesi herhalde beklenmiyordu.

Muhalefet de Erdoğan gibi yapabilirdi, kararı komisyona bırakıp, sessiz kalıp ama heyete katılabilirdi.

Nitekim Erdoğan da sessiz kalmadı.

Komisyon gitmeden önce “Komisyonun aldığı en son kararı, sürecin önünü açan, sürece katkı sunacak, terörün tasfiyesini hızlandıracak bir karar olarak değerlendiriyoruz. Partimizi temsilen Hatay Milletvekilimiz Hüseyin Yayman'ı malum görevlendirdik. Hüseyin Bey uzun yıllar bu meseleyi çalışmış, daha önce Akil İnsanlar Heyetimizde yer almış bir arkadaşımız. Bu konuya vukufiyeti sebebiyle Partimiz adına çalışmalara Hüseyin Bey katılacak. Terörsüz Türkiye menziline varana kadar sabırla, samimiyetle, cesaretle ve kararlılıkla hareket etmeyi sürdüreceğiz” dedi.

CHP’den yansıyan bazı kulislere ise insanın sahiden inanası gelmiyor: CHP’li yetkililer ziyaretin CHP’nin haftasonu yapılacak kongresinin sonrasına ertelenmesini istemişler.

Çünkü kongrede bu ziyarete katılım genel merkez için soruna neden olabilirmiş.

İnsan gerçekten bu vizyon farkına inanamıyor.

Üstelik süreçte esas siyaseten çabalaması gereken iktidar da değil muhalefet. Çünkü sürecin doğrudan muhatabı olan Kürtler 10 yıldır istikrarlı biçimde muhalefet bloğunun içindeler.

Ama CHP’nin bu kararı bu aşkın platonik olduğunu göstermiş oldu.

Her ne kadar CHP sadece İmralı’ya gitmedik, sürece destek veriyoruz hala dese de bu kararla yaktıkları yeşil ışıkla harekete geçen muhalif kanaat önderleri günlerdir terk edilmiş aşık gibi öfkeli bir dille DEM’i ve süreci linçliyorlar.

Hatta DEM’in aslında PKK olduğunu, Öcalan’ın bu hareketin lideri olduğunu keşfedenler bile var!

Meğerse HDP ile DEM’le 10 yıl ittifak yaparken, adaylarına destek isterken, barajı geçsinler diye oy verirken bunu bilmiyorlarmış.

Kendilerine destek verirken “Kürt siyasal hareketi”ydi şimdi “Öcalan tarikatı”, “PKK’lı teröristler” oluverdiler.

Laik muhalif çevreler için meğerse Kürtler onların dertlerine destek verdikleri sürece müttefikve meşruymuş, kendi dertleri için iktidarla müzakere ettiklerinde Kürtlerin dertleri ve talepleri bir anda gayri meşru, tali, zamansız oluverdi.

Tabii “sorunun çözüm adresi TBMM” adlı soğuk füzyonun keşfi gibi tekrarlanan alternatif çözüm formülünün de bir erke dönergeci olduğu da bu süreçle tescillendi.

Konu Meclis’e geldiğinde Öcalan’la hapishanede bile görüşmekten imtina edenlerin bir çözüm sürecine kalbinin dayanmayacağı herhalde çok açık.

Öcalan’la değil Demirtaş’la görüşülsün gibi karşı tarafta fitne hissi yaratan analizler de PKK ile ilgili cehaleti göstermesi açısından öğretici oldu.

Ama herhalde kulağa en kötü geleni DEM’in hapishanede siyasetçiler ve belediyelerde kayyımlar varken iktidarla süreç yürüttüğü için suçlanması oldu.

Bunu söyleyenler ister istemez örgüte “bu iktidarla süreç yürütme yani kendini fesh edip, silahlara veda etme” de demiş oluyorlar.

Hadi öfkeden bunu dediklerinin farkında değiller ama daha da ayıp bir şey söylüyorlar;

Kürtler ve DEM’lilerin kendi çıkarlarını bile düşünmekten, kendileri için en iyi olana karar vermekten aciz olduklarını, irrasyonel bir örgüt hiyerarşisi içinde hareket eden robotlar gibi davrandıklarını ve tabii otomatik olarak iktidar tarafından kandırıldıklarını söylüyorlar.

Yani bir zamanlar devlet Kürtlerin dağa çıkmasını kandırılmayla açıklıyordu şimdi de bazıları Kürtlerin dağdan inmesini kandırılmayla açıklıyor.

Dağa çıkarken kandırılmışlardı meğerse şimdi de dağdan indirilirken kandırılıyorlar.

Harika bir final bu!

Kürtler bir rasyonel fail, kendi sorunları için müzakere yürütebilecek bir aktör bile değil bu kibirli üstenci bakış açısında.

Üstelik hapiste siyasetçiler olması, kayyımlar doğrudan PKK’nın varlığıyla ilgili meseleler. Ve ilk defa da Kürt siyasetçiler hapiste değil.

Leyla Zana ve arkadaşları da 1994-2004 arası 10 yıl hapis yatmıştı.

Yani ancak PKK meselesinin kalıcı olarak çözümü bu hukukun ve uygulamaların sonunu getirebilir.

O yüzden mevcut güçlü iktidarla bu sorunun çözümü için müzakere etmek gayet rasyonel bir karar.

2025 yılında hala kır gerillacılığının sürdürülebilir olmadığını, siyasi mücadelenin daha efektif olduğuna karar veren Kürt siyasetinin, PKK’nın, Öcalan’ın rasyonel olarak kendi çıkarlarını gözeten kararlar verebildiklerini bile kabul etmek istemiyorlar.

Üstelik “bu iktidarla masaya nasıl oturursun” diye mahalle baskısı yapan muhaliflerin alternatif çözüm ufku MHP’nin bile gerisinde.

Tabi ancak dertli olanlar için derdine çare aramak rasyonel bir karardır.

Üstenci, kibirli, Kürtleri bir aktör olarak değil sadece kendi dertleri için seferber edilecek hazır kıtalar olarak görenlere irrasyonel, kandırılmak gelebilir bu.

Belki İmralı’ya gitmeme kararı zamanla unutulur ama bu kararla ortalığa saçılan lapsuslar ve üstünlükçü kibir herhalde uzun süre hatırlanacaktır.

https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/dagdan-kandirilarak-indirilenler-1605996


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —
G-DT9JLG88B3