Işıner Güngör

Tarih: 26.11.2025 11:18

Hayattan Notlar: Vitrin Süsü

Facebook Twitter Linked-in

İnsan kilometrelerce ötede de olsa farklı ülkelerde de yaşasa aile bağlarının her zamanki sıcaklığını koruduğuna yurt dışında yaşayan akrabam sayesinde bir kez daha şahit oluyorum. 
Çocukluk evresinden sıyrılıp ilk telefonlarımızı kullanmaya başladığımızdan bugüne kadar iletişimimizi aralıksız sürdürüyoruz. Söz konusu iletişimin içerisinde yüz yüze görüşmelerimiz de var elbet. Evliliğinin ve çocuklarının ona yüklediği sorumluluktan dolayı aramızdaki iletişim hâliyle biraz azalsa da kâfi derecede sürüyor. 

Bu arada, teknolojinin hayatı kolaylaştırıcı etkisiyle akrabamın Türkiye’de mi yoksa Avrupa’da mı yaşadığını fark etmek gerçekten zor. Öyle ki telefonlar gerçekten uzakları yakın ediyor.
Kendisiyle yine bir gün yazışıyoruz. Eski Sovyet ülkelerinden gelen ürünlerin satıldığı bir marketten bana bir biblo aldığını söylüyor. Hatta bibloyu tasvir ederken şöyle diyor “Tam bir vitrin süsü”
Muhabbetimiz “Nerede o eski vitrinli evler”e doğru evriliyor. Bilindiği üzere dilimize Fransızca’dan giren ve camlı dükkân bölmesi anlamını taşıyan vitrinlerde; yemek takımları, porselenler, biblolar ve estetik objeler sergilenmektedir. Sergilenen eşyaların büyük bir bölümü orada kalır ve kullanılmaz. Ara ara tozları alınarak temizliği yapılır. 

Modern yaşamla küçülen yaşam alanlarında bu mobilya türü de kendine yer bulmakta zorlanıyor. Dolayısıyla vitrin olmayınca vitrin süsü de anlamını başka yerlerde arıyor. Masa, pencere önü, şömine üstü, kitaplık bu yerlerden bazıları… Görsellikleriyle hayatımıza renk veren, bulunduğumuz ortama samimiyet katan, bizlere aidiyet hissi aşılayan bu süs eşyaları pratikte fonksiyonları olmasa da varlıklarıyla bizleri motive ediyor.

Konuyu sadece vitrin süsleriyle sınırlandırmak istemiyorum. Eşyaların başlı başına hayatımızda önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Hele eşyalar bizimse, manevi değerleri varsa işte o zaman hayata bizle mana ekleyebiliyorlar. Bu durumu yakından test etmiş kişilerden biriyim.

Şunu duymuşsunuzdur ya da duymayıp hayatınızda bilmeden tatbik etmişsinizdir. Yeni bir yerde yaşamaya karar verenler yanında götürecekleri birkaç eşya onların alışma sürecini hızlandırdığından bahsedilir. Yatak takımınız ya da sevdiğiniz bir fincan size evinizdeki doğal atmosferden bir parça sunabilir deniyor.

Danimarka’da yaşarken bavuluma şans eseri koyduğum fincanın benim için paha biçilmez bir kıymete bürüneceğini tahmin etmemiştim. İskandinavya’nın karlı günlerinde şehir uyurken sevdiğim fincanla içtiğim çayların tadını unutmuyorum. Çayda lezzet, fincanda desen olsa da o alışkanlık duygusu olmasa acaba böyle olur mu diye aklımdan geçirmiyor değilim.

El kadar porselen yeni hayattaki bilinmezliklere meydan okuyor ve ara ara ben buradayım diyor. Kendisiyle de alakalı bir tavsiye vermekten geri durmuyor. Diyor ki “Bu hayatta kimsenin gücünü gördüklerin üzerinden yorumlama. Mesela ben sana çay ve kahve servisi yapıyorum. Bakınca görünürde küçücük bir nesneyim. Evet bazı şeyleri yapabiliyorum ama ben minik hacmimin ötesinde bir ağırlığı da taşıyıp sana getiriyorum. Ağırlıktan kastım duygular bunlar. Daha önce benim de şahit olduğum duygularını anımsatarak bilinmezliklerle bir bağ kurmana çalışıyorum.”
 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —
G-DT9JLG88B3