Tarih: 24.02.2025 17:30

Türkiye, AB'ye artık daha az aday bir ülke

Facebook Twitter Linked-in

Avrupa Parlamentosu'nun (AP) Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor, T24’e verdiği röportajda, Türkiye-AB ilişkilerindeki gerilemeye dikkat çekti. Belediyelere yönelik operasyonlar, kayyum atamaları ve TÜSİAD’a yönelik soruşturma gibi gelişmeleri eleştiren Amor, Türkiye’nin artık AB sürecinde daha az aday ülke konumunda olduğunu vurguladı.

Yargıya olan güvenin zayıfladığını belirten Amor, bunun ekonomik yatırımları da doğrudan etkilediğini söyledi. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, Avrupa’dan yatırım çekmeye çalıştığını ancak mevcut yargı ortamında bunun zor olduğunu ifade eden Amor, “Kimse çalışanlarının tutuklanma riski olduğu bir ülkeye yatırım yapmaz” dedi. Brüksel’de, ‘Türkiye ile artık konuşulacak bir şey yok’ görüşü giderek yaygınlaşıyor diyen Amor, Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerinde ciddi bir kırılma yaşandığını dile getirdi.

Amor, özetle şunları söyledi:

Geçen seneki Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra yeniden Türkiye raportörü olarak tekrar seçildiniz ve Aralık 2024’te ülkemize ikinci döneminizin ilk ziyaretini yaptınız. O sırada Türkiye kamuoyu ağırlıklı olarak Devlet Bahçeli’nin Öcalan çağrısını konuşuyordu. Ancak bir yandan da CHP'li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer tutuklanmış ve birçok DEM’li belediyeye kayyum atanmaya başlamıştı. Yeni yılla birlikte tutuklama ve gözaltı dalgaları genişledi. İş en son TÜSİAD tepe yönetiminin polis eşliğinde sorguya alınmasına kadar gitti.

Türkiye’deki siyasi iklimi takip ediyor musunuz?

"KAYYUM DEMOKRASİYE DARBEDİR"

Ülkenizde olan şeyler, takip edilmesi kolay şeyler değil. Bu son tutuklama dalgası öncesinde de zaten bir kayyum dalgası yaşanıyordu geçen yıldan beri. Ben zaten bahsettiğiniz ziyarette bu konuda mesajlar vermeye çalıştım, keza AB de verdi benzer mesajları. “Lütfen bu kayyum sistemine geri dönmeyin” dedik. Ama maalesef her hafta yeni bir kayyum ataması haberi alıyoruz. Hatta şu anda biz konuşurken yeni bir belediyeye kayyum atanmış olabilir. Bir de tabii bazı vakalarda çok tuhaf prosedürler uygulanıyor. Mesela Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanmasında on yıl öncenin telefon dinlemeleri kanıt olarak sunuldu. Acaba o dinlemeler mahkeme kararıyla mı yapılmıştı, bunu bile bilmiyoruz. Bir kişinin on yıl boyunca dinlenmesini mümkün kılan bir yasal zemin var mı mesela? Bütün bu yanıtı olmayan soruların dikkate dahi alınmıyor oluşu bugünün Türkiye’si açısından normal bir şey. Buradaki asıl konu şu; kayyum sitemi demokrasiye bir darbedir. Ben kayyım sitemini gündeme getirdiğimde Türk yetkililerin yanıtı hep şu oluyor; “Bu bizim yasalarımızda var.” Hayır yok. “Var” dediğiniz yasa tamamen kendi anayasanıza aykırıdır. Çünkü siz mahkeme kararı olmadan bir belediye başkanını görevden alamazsınız. Şu anda Türkiye’de olan belediye başkanlarının hukuki bir sürecin sonunda mahkeme kararıyla değil idari kararla görevden alınmasıdır. Bir diğer büyük sorun da görevden alınan belediye başkanının yerine daima iktidar partisinin temsilcisinin atanıyor olmasında. Yapılması gereken orada birinci gelmiş parti hangisiyse onun temsilcisine görev verilmesidir.

“BU GİDİŞLE TÜRKİYE’NİN YARISI TERÖRİZMLE SUÇLANABİLİR”

Bazı istisnalar oldu, onu hatırlatmam lazım. Mesela Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat yolsuzluk iddiasıyla tutuklandı ama yerine AK Partili biri değil CHP’li bir meclis üyesi geldi. Yani hükümet onun yerine bir vali ya da kaymakam atama teşebbüsünde bulunmadı. Evet ona değil ama diğer belediye başkanlarına ‘terör’ ile bağlantılı suçlamalar getirildi. Bu gidişle Türkiye nüfusunun yarısı terörizmle suçlanabilir.

Türkiye'de olan bitene dair yorumunuz bu mu; Türkiye’nin yarısı terörizmle suçlanabilir? Böyle mi görüyorsunuz?

En kötü olan ise sizin Türkiye toplumu olarak bütün bunları normalleştiriyor olmanız. Kamuoyu ve medyanın büyük bölümü bunları neredeyse normalleştiriyor. Seçilmiş bir belediye başkanının yerine hükümetin bir yetkilisinin atanmasını normalleştirme noktasına geldiniz. En garip şeyler bile insanlar tarafından normal karşılanır oldu Türkiye’de. Bunlar o kadar sık aralıklarla ve o kadar çok kereler oldu ki toplumun genelinin artık bunları ‘normal’ sanması da bir ölçüde anlaşılabilir bir şey. Ama toplumun hatırlaması gerekiyor; hukukun üstünlüğünün olduğu normal bir ülkede böyle şeyler olamaz. Şimdi tabii kayyım sistemi benim açımdan çok acı verici ama başka çok şey oluyor. Mesela genç bir kız evde hazırladığı bir ödev yüzünden sorgulanıyor, hem de terörle bağlantılı suçlardan. “Ödevini neden orada yaptın?” diye soruluyor. Bütün bunları dışardan izliyoruz. Ülkenizin imajının ne olduğunu gerçekten hayal edebiliyor musunuz?

“BRÜKSEL’DE ‘ARTIK TÜRKİYE İLE KONUŞULACAK BİR ŞEY YOK’ FİKRİ YAYGIN”

Sizin dışınızda neredeyse hiçbir yetkili ağızdan Ankara’ya yükümlülüklerini hatırlatan bir cümle duymuyoruz. Neden buraya gelindi? Brüksel, Türkiye’yi tamamen gözden çıkardığı için mi?

Öncelikle, ben de Brüksel’im, Brüksel’de Türkiye ile ilgili ekosistemin bir parçasıyım. Ve bahsettiğiniz konularda hep yüksek sesle konuştum, konuşuyorum. Ancak haklısınız, Türkiye bu tür durumlarda geçmişte çektiği dikkati çekmiyor. Bu da Türkiye’nin artık giderek daha az ‘aday ülke’ olarak görülmesinden kaynaklanıyor. Türkiye bugün artık bir aday ülkeden çok üçüncü bir taraf gibi muamele görüyor.

Sizce bugün Türkiye’deki demokrasi ihlallerine ve hukuksuzluklara karşı mücadele neden gerçek manada toplumsallaşamıyor?

Bu düzeni normalleştirmeleri ve ona teslim olmaları karşılığında onlara “Evrenin en önemli ülkesinde yaşıyorsunuz. Ve evrenin en önemli ülkesinde yaşadığınız için insan hakları falan kafaya takmayın, biz onları hallederiz” gibi bir ‘muzaffer olma’ duygusu öneriliyor. Tabii böylelikle toplumun sessizliği sağlanıyor. Kimse Osman Kavala’yı, Selahattin Demirtaş’ı, Ayşe Barım’ı ya da tutuklu gazetecileri konuşmasın isteniyor. Mesela oyuncu Melisa Sözen’in yıllar önce kurgu bir dizide oynadığı rolden dolayı sorgulanması tam bir çılgınlık. İşte bütün bunlar Brüksel’de, “Artık Türkiye ile konuşulacak bir şey yok” fikrini yayıyor. Belki de hala bu konularda konuşmanın önemli olduğuna inanan bir tek ben kaldım.

“BUGÜNKÜ DURUMUN EN BÜYÜK KURBANI MEHMET ŞİMŞEK, KREDİBİLİTESİ ZARAR GÖRÜYOR”

Türk hükümeti demokrasi ve insan hakları konuşmak istemiyor ve AB tarafı da onların istediğini veriyor çünkü zaten bu hükümetin demokrasi ajandasına döneceğine dair hiçbir umutları yok. Bu mudur?

Gerçek durum budur. Benim de son yıllarda endişelendiğim şey tam da bu. Türkiye ‘aday ülke’ olmaktan her gün daha çok uzaklaşıyor. Biliyorsunuz Doğu Akdeniz kaynaklı gerilimler düşünce biz Türkiye’ye ‘pozitif ajanda’ önerdik. Türkiye’den bir yanıt alamadık. Sonra Borell Raporu ile yeniden bir ‘pozitif ajanda’ önerdik. Yine yanıt alamadık. Sonra Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı gayriresmi AB dışişleri bakanları toplantısına davet ettik ki bu Türk tarafının yıllardır bizden istediği şeydi. Bunun karşılığında Türkiye yine AB ajandasına döndüğüne dair bir sinyal vermedi. AİHM’in Kavala ve Demirtaş kararlarının uygulanacağı yönünde ya da gazetecilerin keyfi gerekçelerle tutuklanmayacağı yönünde hiçbir işaret alamadık. Avrupa Birliği'nin olumlu bir ilişki kurma yönündeki adımlarına karşın Türk hükümetinden tek bir olumlu hareket yok. Bize söylenen tek şey “Gümrük Birliği modernizasyonu ve vize serbestisi istiyoruz.” Yani devamlı AB’den bir şey talep ediliyor ama içerde yapılması gereken reformlardan ses seda yok. Bu sürecin sonunda geldiğimiz nokta da işte Türkiye’nin AB açısından sadece bir ‘komşu ülke’ye dönüşmesi. Ve bu durumun en büyük kurbanının da Mehmet Şimşek olduğunu düşünüyorum. Kendisiyle henüz görüşmedim. Birtakım planlamalar yapıldı ama denk getiremedik. Mehmet Şimşek bazı rasyonel politikalar uygulamaya çalışıyor. Ama sonuçta Mehmet Şimşek’in kredibilitesi de TÜSİAD yöneticilerinin sorguya alınmasıyla zarar görüyor. Hem de neden? İş dünyasından birileri hükümeti eleştiren bir şeyler söylediler diye.

“AVRUPA’DAN KİMSE ÇALIŞANLARININ SORUŞTURMA VE TUTUKLANMA RİSKİ YAŞAYABİLECEĞİ BİR ÜLKEDE YATIRIM YAPMAZ”

O konuşmalar iş dünyasını, yani Türkiye’nin ticaret ortamını ilgilendiren konularla da sınırlıydı aslında. Evet. Son derece diplomatik konuşmalar olsa da bugün gelinen noktada eleştiri ima etmek bile soruşturmaya neden oluyor. Şimdi böyle bir ortamda Mehmet Şimşek Avrupa ülkelerine gelip de nasıl “benim ülkeme yatırım yapın” diyecek? Kimse çalışanlarının soruşturma ve tutuklanma riski taşıdığı bir ülkeye yatırım yapıp mesela 400 kişi çalıştırmak istemez. Türkiye’deki yargı ortamına kimse güvenmiyor ve bu Mehmet Şimşek açısından çok büyük bir sorun.

 

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —
G-DT9JLG88B3